drsevilayzorlu@gmail.com
TEL : 0242 316 98 99
Cetad Antalya Bölge Temsilcisi
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ 25 Kasım 2017 – Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü BASIN AÇIKLAMASI

TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ
25 Kasım 2017 – Kadına Karşı Åžiddetle Uluslararası Mücadele Günü
BASIN AÇIKLAMASI

Mirabel kız kardeÅŸler 25 Kasım 1960 tarihinde Dominik Cumhuriyeti’nde askeri diktatörlük tarafından cinsel saldırı ile katledildiler. 1981 yılında Latin Amerikalı ve Karayipli feminist kadınların öncülüÄŸünde bu gün Kadına Yönelik Åžiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü olarak kabul edildi; bu karar 1999 yılında BirleÅŸmiÅŸ Milletler Genel Kurulu tarafından ilan edildi. 1991 yılından beri 25 Kasım ile 10 Aralık Ä°nsan Hakları Günü arasındaki 16 gün boyunca, cinsiyete dayalı ÅŸiddete karşı aktivizm kampanyaları yürütülüyor. Türkiye’de ilk 25 Kasım etkinliÄŸi ise 1991 yılında Mor Çatı tarafından gerçekleÅŸtirildi. 

Kadına karşı ÅŸiddet; bir insan hakları ihlali ve suçtur. Hem yasada hem de yasaların uygulanmasında kadınlara karşı ayrımcılığın ve kadınlarla erkekler arasında süregiden eÅŸitsizliklerin bir sonucudur. Toplumsal cinsiyet eÅŸitsizliÄŸini daha da derinleÅŸtirerek kadınların güçlenmesini, barış içinde güvenli ve saÄŸlıklı yaÅŸamalarını engeller.

Kadın ruh saÄŸlığı, kadınların yaÅŸamı çerçevesinde ele alınmalıdır. Kadınlar “yaÅŸama hakkı” baÅŸta olmak üzere temel insan haklarına eÅŸit ölçüde eriÅŸemedikleri sürece yeterli bir saÄŸlıklılık düzeyine ulaşılamaz. Kadına karşı erkek ÅŸiddetini anlamak, kadınlar ve erkekler arasındaki fiziksel, yasal ve ekonomik güç eÅŸitsizliklerini “muayene etmeyi” gerektirir.

Dünya SaÄŸlık Örgütü, dünyada her üç kadından birinin hayatı boyunca fiziksel ya da cinsel ÅŸiddete maruz kalacağını öngörüyor. BirleÅŸmiÅŸ Milletler, toplumsal cinsiyete dayalı ÅŸiddetin bir küresel salgın olduÄŸunu duyurdu. Yoksul ve yaÅŸlı kadınlar, kız çocukları, ruhsal hastalığı olan, engelli ya da bir kurumda kalan, etnik azınlık mensubu, seks iÅŸçisi, kadın ticareti trafiÄŸine girmiÅŸ, silahlı çatışma alanlarında bulunan, göçe zorlanmış ve mülteci kadınlar daha da fazla ÅŸiddet riski altındalar.
19 yaşına dek, dünyada kadınların %30’u erkek arkadaÅŸları veya kocaları tarafından cinsel ÅŸiddete uÄŸruyor. Orta yaÅŸa gelindiÄŸinde bu oran %40’a ulaşıyor. Kadınlar genellikle aynı evde yaÅŸadıkları ve sevdikleri birinden ÅŸiddet görüyorlar. Küresel düzeyde, öldürülen kadınların %55’i yakın partneri tarafından öldürülüyor. Åžiddet görüp hayatta kalabilen kadınlar, daha fazla akut ya da kronik fiziksel ve/veya ruhsal saÄŸlık sorunu yaşıyorlar. Kadına karşı ÅŸiddetin ayrıca aileler, mahalle, toplum ve ekonomi üzerinde de ikincil olumsuz etkileri oluyor.

Åžiddet piramidinin en tepesinde kadın cinayetleri, aÅŸağıya doÄŸru cinsel, fiziksel ve sözel ÅŸiddet, maÄŸduru suçlama, ayrımcılık, nesneleÅŸtirme/ insanlıktan çıkarma, katı geleneksel roller, tabanda ise ırkçı, cinsiyetçi, homofobik, transfobik nefret dolu aÅŸağılayıcı dil ve ÅŸakalar yer alıyor. Yani masum gibi görünen ÅŸakalar ve fıkralar sonunda ölüme kadar gidebilen yolun ilk basamakları, ÅŸiddete neden olan zemini oluÅŸturabiliyor. 

Diliniz bir silah haline gelebilir!  

Erken yaÅŸta, zorla evlendirilme cinsel ÅŸiddet için risk etkeni ve Türkiye’de 16-18 yaÅŸta annelik ya da gebelik oranı %8,5; yani çocuk yaÅŸta evlilik oranı en az %8,5 (Türkiye Nüfus ve SaÄŸlık AraÅŸtırması,  2013). 

25-49 yaÅŸ grubunda 18 yaÅŸ altı evlilik oranı %22; 15 yaÅŸ altı evlilik oranı %4. 

Erken yaÅŸta evlendirilen kız çocukları, genellikle en yoksul ve az eÄŸitimli olanlar. 

Türkiye’de evli kadınların %30’u evlilik içinde zorla cinsel iliÅŸkinin yasadışı olduÄŸunu bilmiyor. 

Ensest ‘aile sırrı’ olarak kabul ediliyor, utanma nedeniyle saklanıyor. 

Türkiye’de ensest uygulayanların yarısını öz babalar oluÅŸturuyor. 

Her on kadından birinin gebelik döneminde ÅŸiddete uÄŸradığı bildiriliyor. 

2017’nin ilk on ayında erkekler 238 kadın ve 4 kız çocuÄŸunu öldürdü. 14’ü mülteci kadınlardı.

 Cinayetlerin %26’sı adliye önü, okul çıkışı, otobüs durağı, sokak ortası gibi kamusal alanlarda yaÅŸandı buna raÄŸmen ÅŸiddetle ilgili resmi verilere hala ulaşılamıyor.

Åžiddet kaçınılmaz deÄŸil, engellenebilir ve özellikle kız çocuklarının hayatları için çok önemli. Ancak kadına karşı ÅŸiddetin tek bir nedeni yok. Medya ve reklamcılık, kadına karşı ÅŸiddetle ilgili sıklıkla kabul edilebilir bir tablo çiziyor, ÅŸiddeti pornografik hale getirip yeniden üretebiliyor. Din, kadına karşı erkek ÅŸiddetini “akla uygun” hale getirmek için kullanılabiliyor. Bütün kültürlerde, kadınların cinsel ÅŸekillenmelerine egemen olan kültürel ve dinsel yapılanmanın; sessizlik, suskunluk ve sır olarak saklamakla iliÅŸkili bir ‘utanç söylemi’ olduÄŸu bildiriliyor. Devletler kadına yönelik ÅŸiddeti önlemede uluslararası sözleÅŸmelerin gereklerini yerine getirmiyor. Bu nedenle önleme stratejileri de uzun süreli ve kalıcı etkiler elde etmek üzere bütüncül olmalı. Birçok sektör, taraf ve paydaşın elini taşın altına koyması gerekir. Toplumsal cinsiyet eÅŸitliÄŸini saÄŸlamak üzere kampanyaların, okullarda öÄŸretmen ve öÄŸrencilere yönelik kapsamlı eÄŸitimlerin, ekonomik güçlendirme ve gelir desteÄŸi gibi giriÅŸimlerin ÅŸiddeti engellediÄŸine dair gün geçtikçe daha fazla kanıt birikiyor.

Dünya Psikiyatri BirliÄŸi, 2014-2017 Eylem Planında cinsel ÅŸiddet ve yakın partner ÅŸiddetine öncelik verdi; bu konuda bir tutum belgesi ve eÄŸitim müfredatı hazırladı. Psikiyatrik hastaların en az %30’unun yakın partner ÅŸiddeti veya cinsel ÅŸiddete maruz kaldığı bildiriliyor. Cinsel ÅŸiddet ve yakın partner ÅŸiddeti, kadın ruh saÄŸlığı için merkezi önemde olmasına raÄŸmen, kadınların sadece onda biri resmi bildirimde bulunabiliyor. SaÄŸlık çalışanları tarafından yeterince sorgulanmıyor; bu da tanı, tedavi ve rehabilitasyon süreçlerini etkiliyor. Psikiyatristlerin %60’ı bu konuda bilgisinin eksik olduÄŸunu, daha fazla eÄŸitime ihtiyaç duyduÄŸunu belirtiyor. Dünya Psikiyatri BirliÄŸi’nin 2017-2020 Eylem Planında da zorluk yaÅŸayan kadın ve kız çocuklarının ruh saÄŸlığının iyileÅŸtirilmesi yine öncelikler arasında. BirleÅŸmiÅŸ Milletler Sürdürülebilir GeliÅŸme Hedefleri’ nde (2015) kız çocukları ve kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın sona erdirilmesi taahhüdü yer almakta. Dünya Psikiyatri BirliÄŸi’nin kuruluÅŸundan (1950) bu yana ikinci kadın baÅŸkanı Prof. Helen Herrman da üye derneklerle dezavantajlı bölgeler ve yerleÅŸimlerde bu konuda çalışılacağını belirtmekte.

KADIN RUH SAÄžLIÄžI ALANINDA ÇALIÅžAN UZMANLAR OLARAK ÖNERÄ°LERÄ°MÄ°Z: 
- Kadın cinayeti davalarında cinayetleri teÅŸvik edici unsur haline gelen “haksız tahrik”, “iyi hal” gibi indirimler uygulanmamalıdır.  

- Tecavüzcü/ çocuk istismarcılarına maÄŸdurla evlenmeleri halinde ceza indirimi uygulanmasını öngören akıldışı, çaÄŸdışı yaklaşımlardan; ‘hadım’ gibi tıbbi etik açıdan sorunlu uygulamalardan uzak durulmalıdır. 

- Müftülere resmi nikah kıyma yetkisi veren yasal düzenlemeler çocuk cinsel istismarının açığa çıkmasını engelleyeceÄŸi, erken yaÅŸta zorla evlilikleri kolaylaÅŸtıracağı, çoklu evliliklerin yolunu açabileceÄŸi için geri çekilmelidir.

- Kriz sonrası ve uzun dönemde kolayca baÅŸvurulabilecek merkezler ve sığınaklar, kadının güçlenme süreci için  önemli sosyal destek kaynakları olduÄŸu için yaygınlaÅŸtırılmalıdır. OlaÄŸanüstü Hal koÅŸulları gerekçe gösterilerek kapatılan, kadınların ÅŸiddete uÄŸradıklarında baÅŸvurabildikleri kadın danışma/ dayanışma merkezleri, yerel yönetimlerin kadın birimleri yeniden açılmalıdır. Deneyim paylaşımına, çalışma ilkelerinin tartışılıp geliÅŸtirilmesine alan açan ulusal ve küresel dayanışma aÄŸları desteklenmelidir.

- Aileyi korumak amacıyla boÅŸanmayı zorlaÅŸtıran yaklaşımlar, kadına yönelik ÅŸiddet suçlarının üstünü örterek ‘görünmez’ olmasına neden olur. Bu suçlarda ‘arabuluculuk’ uygulaması sakıncalı ve imzacı olunan uluslararası sözleÅŸmelerin ruhuna terstir. 

- Cinsel normlar ve mitlerle ilgili konuÅŸulmasını teÅŸvik eden psikososyal çalışmalar yapılmalıdır. Cinsel ÅŸiddetin utanç, sessizlik, suskunluk sarmalında sır olarak saklanmasıyla mücadele edilmelidir.

- Cinsel ÅŸiddet yaÅŸayanlar, bütün saÄŸlık ortamlarında ücretsiz olarak psikososyal saÄŸlık hizmetlerine ve hukuksal desteÄŸe eriÅŸebilmelidir.

- Cinsel ÅŸiddetin önlenmesi, olduÄŸunda tanınması, cezasızlıkla sonuçlanmaması için okul, kampüs, meslek odası, sendika, vb kurumlarda tutum belgeleri hazırlanmalı, kamusal olan ve olmayan bütün kurum ve kuruluÅŸlar bu konuda iÅŸbirliÄŸi içinde çalışmalıdır.

Sonuç olarak, Türkiye’de kadınlar bugünlerde kazanılmış haklarının geri alınma tehlikesini yaşıyorlar. Ä°mzalanan Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi SözleÅŸmesi (BirleÅŸmiÅŸ Milletler, CEDAW) ve kadına yönelik ÅŸiddet ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıkla mücadelede alanındaki en yeni ve kapsamlı metin olan Ä°stanbul SözleÅŸmesi gibi uluslararası sözleÅŸmelerin gereklerine uyulmalı, bu alanda çalışan kadın örgütleri, meslek odaları ve uzmanlık derneklerinin uzun yıllardır biriktirdikleri bilgi ve deneyimlerden yararlanılmalıdır.

TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ
KADIN RUH SAÄžLIÄžI ÇALIÅžMA BÄ°RÄ°MÄ°

  1. http://apps.who.int/iris/bitstream/10665/85239/1/9789241564625_eng.pdf?ua=1
  2. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1472251/pdf/wpa050061.pdf
  3. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC5428184/
RUH SAÄžLIÄžI SORUNLARI RUH SAÄžLIÄžI PROFESYONELLERÄ°NCE ELE ALINMALIDIR

TÜRK TABÄ°PLERÄ° BÄ°RLİĞİ - TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ

ORTAK BASIN AÇIKLAMASI

23.12.2016

 Son günlerde yazılı ve görsel medya kuruluÅŸlarında B.Ä°.E.’nin vefatı ile ilgili bilgiler yer almaktadır. B.Ä°.E’nin ilgili haberlerde yazar ve yaÅŸam koçu olarak tanıtıldığı görülmektedir. KiÅŸinin web sayfasına bakıldığında ise, kendisini melek koçu, yaÅŸam koçu olarak tanıttığı ve “meleklerle geçmiÅŸi ÅŸifalandırma”  yöntemi ile ÅŸifa (tedavi) yaptığını belirtmektedir.

Bir kadın tarafından öldürülen B.Ä°.E.’nin ailesine ve yakınlarına baÅŸsaÄŸlığı diliyoruz.

Bu elim olay sonrasında ruh saÄŸlığı alanı ile ilgili sınırların belirlenmesi amacıyla yürüttüÄŸümüz çalışmalara bir kez daha deÄŸinme ve halkımız ile yetkili makamları bilgilendirme gereÄŸi hissediyoruz.

Hekim olmayan kiÅŸilerin,  ruhsal sorunları ya da rahatsızlıkları olan kiÅŸileri muayene ettikleri, tanı koydukları ve tedavi etmeye giriÅŸtiklerine dair haberler son zamanlarda giderek artmaktadır.

Bu kiÅŸiler “danışmanlık merkezleri”, “yaÅŸam koçluÄŸu”, “NLP”, “stresle baÅŸa çıkma”, “eÄŸitim” vb.  isimler altında ve çoÄŸunlukla kurdukları ÅŸirketlerinde, depresyondan  panik bozukluÄŸuna, fobilerden aile sorunlarına, cinsel iÅŸlev bozukluklarından ÅŸizofreniye dek birçok ruhsal sorun ya da rahatsızlığı kısa sürelerde düzelttiklerini öne sürmekte, gazetelerde, internet sitelerinde ve televizyon programlarında açıkca ya da dolaylı olarak reklamlarını yapmakta, yasal yetkileri olmadığı halde rahatsızlıkları nedeniyle zor durumda olan insanlarımızın zarar görmelerine ve yanlış uygulamalar ile  rahatsızlıklarının alevlenmelerine neden olmaktadırlar.

Bu kiÅŸiler, “reytingi yüksek sansasyonel yayın” peÅŸinde olan birçok televizyon kanalında, haber programlarında, kadın programlarında hatta saÄŸlık programlarında yer alarak, telefonla hiç görmedikleri kiÅŸilerin hastalıkları ya da sorunları hakkında tanı koymakta ve bilimsel gerçeklere uygun olmayan çözüm yolları ya da tedaviler önermektedirler.

Halkımızın acı ve sıkıntılarını kötüye kullanan bu kiÅŸilerin çoÄŸunluÄŸu tıbbı, psikiyatriyi ve psikiyatristleri kötülemekte ve etkinliÄŸi yüzlerce bilimsel araÅŸtırmalarla kanıtlanmış tıbbi tedavileri küçümsemekte ya da zararlıymış gibi göstermekteyken; bir bölümü ise hekim olmadıkları halde kendilerine baÅŸvuran insanlara ilaç önerebilmektedirler. Resmi ya da özel hastanelerin psikiyatri polikliniklerine ve muayenehanelere bu yasadışı uygulamalardan  zarar görmüÅŸ sayısız vatandaşımız baÅŸvurmaktadır.

Türk Tabipleri BirliÄŸi ve Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak son 10 yıldır ruh saÄŸlığı alanında meslek tanımlarının yasal mevzuata girmesi konusunda sayısız giriÅŸimimiz olmuÅŸtur. Bu çabalarımızın sonucunda önce 1219 sayılı kanunda deÄŸiÅŸiklik yapılmıştır. Sonrasında saÄŸlık meslek mensupları görev tanımlamaları ile ilgili yönetmelik yayımlanmıştır.  Bu yasa ve yönetmelikte tanımlandığı ÅŸekilde ruh saÄŸlığı çalışanları; psikiyatri hekimi, klinik psikolog, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, psikolojik danışmanlardır. Ruh saÄŸlığı ile ilgili sorun yaÅŸayan kiÅŸiler nereye baÅŸvuracakları hususunda kararsızlık yaÅŸamaktadır. Ruh saÄŸlığı hizmeti bir ekip çalışması içerisinde yürütülmelidir.

Ruhsal saÄŸlığı ile ilgili sorunu olan kiÅŸilerin önce psikiyatri hekimine gitmeleri gerekmektedir.  

Ülkemizde rahatsızlıkları muayene etme ve tedavi yapma yetkisi yasalarla sadece hekimlere tanınmıştır. Bu nedenle yukarıda örneklerini verdiÄŸimiz uygulamalar yasa dışıdır ve suçtur. Buna raÄŸmen gerek SaÄŸlık Bakanlığı gerekse il ve ilçeler düzeyinde SaÄŸlık Müdürlüklerinin yetersiz denetimi nedeniyle bu tür ÅŸirketler çalışmalarını sürdürebilmekte, metro, belediye otobüsü gibi yerlerde ve web sitelerinde açıkça reklamlarını yapabilmektedirler.

Son yıllarda bir halk saÄŸlığı sorunu olarak gördüÄŸümüz, ruhsal sorunların ruh saÄŸlığı ekibi dışında deÄŸerlendirilmesi ile ilgili sayısız hukuki ve idari giriÅŸimimiz olmuÅŸtur. 2014 yılında Mesleki Yeterlik Kurumu’na yapmış olduÄŸumuz baÅŸvurularda da “yaÅŸam koçluÄŸu” diye meslek tanımlanmasının yaratacağı sorunlar tanımlanmış ve engellenmesi gerektiÄŸi belirtilmiÅŸtir.

Türk Tabipleri BirliÄŸi ve Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak yaÅŸanan bu son olaydan sonra;

Ruhsal sorun ve rahatsızlığı olan vatandaÅŸlarımızın ve aile yakınlarının yasa ve yönetmelikte tanımlanan ruh saÄŸlığı çalışanları dışındaki kiÅŸilere baÅŸvurmaktan kaçınmaları,

Yazılı ve görsel basının, taşıdıkları sorumlulukların bilincinde olarak, ruhsal sorunların çözümünde ruh saÄŸlığı çalışanları dışındaki  kiÅŸilere programlarında yer vermekten ve dolaylı reklamlarını yapmaktan  kaçınmaları,

SaÄŸlık Bakanlığının ve diÄŸer yetkili kurumların  yasa dışı ve yetkisiz olarak çalışan bu tür kiÅŸilerin çalışmalarını önlemeleri, çalışanları tespit ederek  gerekli yaptırımları uygulamaları,

konusunda kamuoyunu bilgilendirme sorumluluğu duymaktayız.

Saygılarımızla,

 Türk Tabipleri BirliÄŸi Merkez Konseyi

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Merkez Yönetim Kurulu

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI

8 Mart 2016

Bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla BirleÅŸmiÅŸ Milletler tarafından yapılan açıklamada kadınlarla erkeklerin her alanda eÅŸit olmalarının hedeflendiÄŸi ve tüm dünyada bu amaca yönelik adımlar atılması gerektiÄŸi vurgulandı. Farklı bileÅŸenleri deÄŸerlendirerek   ülkemizdeki duruma baktığımızda ne yazık ki böyle bir hedefe ulaÅŸmaktan henüz çok uzak olduÄŸumuzu görüyoruz. Türkiye’de 2015’te 303 kadın cinayeti iÅŸlenirken 2016 yılının Ocak ayında 36, Åžubat ayında 23 kadın öldürüldü. Çok sayıda kadın cinsel saldırıya uÄŸradı. Åžiddet ve cinsel saldırı travma sonrası stres bozukluÄŸu, kaygı bozuklukları, depresyon gibi birçok ruhsal hastalığın ortaya çıkmasında etkilidir. Cinsel saldırıya uÄŸrayan kiÅŸiler utanç, toplum içinde damgalanma kaygısı, suçluluk duyguları gibi nedenlerle çoÄŸu kez yaÅŸadıkları olayı kimseyle paylaÅŸmazlar. Bu durum ruhsal yakınmaları arttırarak intihar gibi ciddi sonuçlara yol açabileceÄŸinden söz konusu travmatik yaÅŸantıların ardından ruhsal destek alınması son derece önemlidir. Ülkemizde egemen güçlerin söylemleri ve diyanet fetvalarıyla kadın bedeni üzerinden yürütülen politikalar kadınlara yönelik ayrımcılığı, ÅŸiddeti ve kadın cinayetlerini sıradanlaÅŸtırmakta, kadınların kamusal alanda var olmalarına iliÅŸkin ciddi tehdit oluÅŸturmaktadır. Uygulanan savaÅŸ politikaları da kadın cinayetlerinin artmasında etkilidir. Bizler, öÄŸretmeni tarafından cinsel saldırıya uÄŸrayan ve okul idaresini durumdan haberdar etmesine karşın idarenin herhangi bir giriÅŸimde bulunmadığı lise öÄŸrencisi genç kızın intiharı da dahil olmak üzere kadın cinayetlerinin tümünden erkek egemen sistemin sorumlu olduÄŸuna inanıyoruz. Katillere “aşırı sevgi”, “saygın tutum” gibi gerekçelerle verilen indirimleri onaylamıyor, haksız tahrik indirimlerinin kaldırılmasına iliÅŸkin yıllardır süren taleplerin görmezden gelindiÄŸini, konuyla ilgili yasal düzenlemelerin yapılmadığını düÅŸünüyoruz.

Kadın ruh saÄŸlığını etkileyen en temel etkenler sosyal koÅŸullarla iliÅŸikli olup cinsiyete dayalı ÅŸiddet ve yoksulluktur. Ülkemizde 18 yaşından önce evlenen her iki kadından biri, 18 yaşından sonra evlenen her üç kadından biri yakınlarındaki erkekler tarafından fiziksel ve/ya da cinsel ÅŸiddet görmekte, eÄŸitim düzeyinin düÅŸük olması ÅŸiddet görme riskini artırmaktadır. Hem dünya genelinde hem de ülkemizde kadınlar erkeklere oranla daha yoksuldur. Dünya Ekonomik Forumu’nun verileri toplumsal cinsiyet uçurumu yönünden Türkiye’nin son bir yılda beÅŸ sıra gerileyerek 2015 yılında 145 ülke arasında 130. sırada yer aldığını ortaya koymuÅŸtur. Türkiye Ä°statistik Kurumu verilerine göre 2015 yılında iÅŸ gücüne katılma oranı erkeklerde %72.5, kadınlarda %32.3 olarak gerçekleÅŸmiÅŸtir. Ülkemizde, son yıllarda daha belirgin olmak üzere, toplumsal ve yasal düzenlemelerle kadınların toplumsal rolü annelik ve ev kadınlığına indirgenmekte, esnek çalışma adı altında kadın emeÄŸi daha da deÄŸersizleÅŸtirilip güvencesizleÅŸtirilmeye çalışılmaktadır. Çalışma saatlerinin uzun olmasına karşın erkeklere oranla daha düÅŸük ücret alma, ücretsiz aile iÅŸçisi olarak çalışma, kadın emeÄŸinin görünmezliÄŸi, erken yaÅŸta evlilik, mülkiyetin erkekler lehine iÅŸlemesi kadınları yoksullaÅŸtırmakta, yaÅŸamın pek çok alanında güçsüz kılmaktadır.

SavaÅŸlar en çok kadınları ve onlarla birlikte çocukları etkiler. SavaÅŸ ve çatışma ortamlarında kadınlara yönelik her tür ÅŸiddet artar. Toplumun kadın bedenine yönelik mülkiyet algısı kadınlara yönelik cinsel saldırının yüzyıllardır bir savaÅŸ silahı olarak kullanılmasının baÅŸlıca nedenidir. OrtadoÄŸu’da süren savaÅŸ son yıllarda mülteci sayısının II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez elli milyonu aÅŸmasında en büyük etkendir.BirleÅŸmiÅŸ Milletler Mülteciler Yüksek KomiserliÄŸi’nin verilerine göre Türkiye’de kayıtlı Suriye’li sığınmacı sayısı iki milyondan fazladır. SavaÅŸların görünmeyen yüzü olan mülteci ve sığınmacı kadınlar yakınlarını kaybetmelerinin yanı sıra yoksulluk, açlık, enfeksiyon hastalıkları,  düzenli saÄŸlık bakımı alamama, dil sorunu, kültüre yabancı olma, cinsel ve fiziksel saldırılar, erken yaÅŸta evlendirilme, para karşılığı satılma, istenmeyen gebelik gibi ciddi sorunlar yaÅŸamaktadır. Cinsiyet eÅŸitsizliÄŸi savaÅŸ koÅŸullarında artarak sürdüÄŸünden barış ortamının saÄŸlanması kadınların beden ve ruh saÄŸlığı açısından da çok önemlidir.  

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Kadın Ruh SaÄŸlığı Çalışma Birimi olarak, 21 yüzyıl Türkiye’sinde kadınlarla erkeklerin her alanda eÅŸit hak ve özgürlüklere sahip olmasını, kız çocuklarının erkek çocuklarla eÅŸit eÄŸitim olanaklarından yararlanmasını, erken yaÅŸta yapılan evliliklerin önüne geçilmesini, kadına yönelik ÅŸiddet ve kadın cinayetlerinin durdurulması için ilgili yasalarda gerekli düzenlemelerin hemen yapılmasını, egemen güçlerin söylemleri ve diyanet fetvalarıyla kadın bedeni üzerinden yürütülen politikalara son verilmesini talep ediyoruz. Dayanışmanın gücünü çok iyi biliyoruz ve diyoruz ki, birbirimizin sesini duymaya, birbirimizin sesi olmaya devam edeceÄŸiz.   

Dünya Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun! 

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Kadın Ruh SaÄŸlığı Çalışma Birimi

KADIN CİNAYETLERİNE TANIK OLMAK İSTEMİYORUZ-RUH SAĞLIĞI ÇALIŞANLARI

 TPD Basın Açıklaması

Ruh SaÄŸlığı Çalışanları Olarak Kadın Cinayetlerine Daha Fazla Tanık Olmak Ä°stemiyoruz !

15.02.2015

Kadınların kendi yaÅŸamlarıyla ve bedenleriyle ilgili özgürce karar vermelerini engelleyen her tür durum ya da davranış kadına yönelik ÅŸiddettir. Kadına yönelik ÅŸiddetin en ağırı ise kadın cinayetleridir. Medyaya yansıyan verilere göre ülkemizde sadece geçtiÄŸimiz Ocak ayında 27 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Birkaç gün önce Mersin’in Tarsus ilçesinde, üniversite öÄŸrencisi genç bir kadın okulundan eve dönerken bindiÄŸi dolmuÅŸun ÅŸoförü tarafından cinsel saldırıya uÄŸradı, kendisini savunmaya çalışınca bıçakla, demir çubukla darp edilerek hunharca katledildi, ardından yakılarak dereye atıldı. Bu ne yoÄŸun bir öfke ve kindir? Bu kimin ve neyin öfkesidir? Bu zihniyetin insanları vahÅŸice öldürerek görüntülerini kamuoyu ile paylaÅŸan terör örgütünün zihniyetinden bir farkı var mıdır?

Biz ruh saÄŸlığı çalışanları, günlük uygulamamız içinde başı örtülü, örtüsüz, açık giyinen, kapalı giyinen, müslüman, ateist, zengin, yoksul, eÄŸitimli, eÄŸitimsiz farklı sosyal sınıflardan gelen birçok kadın baÅŸvurana danışmanlık yapıyor, tedavilerini üstleniyoruz. Kadına yönelik ÅŸiddetin her türünün çok yaygın olduÄŸuna ve yol açtığı sonuçlara her gün tanık oluyoruz. Hastalarımızdan dinlediÄŸimiz öyküler ve yapılan bilimsel çalışmalar kadına yönelik ÅŸiddetin belli bir sosyal sınıf ya da hayat görüÅŸüne sahip kadınlarla sınırlı olmadığını ancak erkek egemenliÄŸinin yüksek olduÄŸu muhafazakar toplumlarda daha yaygın olduÄŸunu gösteriyor. Kadına yönelik ÅŸiddetin en önde gelen nedeni, erkek egemen sistem içinde erkeklerin kadınları kontrol altına alma, kadınların yaÅŸamını ve yaÅŸam alanlarını kendi koydukları kurallara göre düzenleme isteÄŸidir. Hukuk sistemi dışında polis, adli tıp, medya ve politikacılar da cinayet gerekçelerini toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmek için kullanabilmektedir.

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak katilin ruhsal sorunlarının olduÄŸu, uyuÅŸturucu kullandığı, sakinleÅŸtirici ilaçlar aldığı, öldürülen genç kadının açık giyindiÄŸi gibi “sözde” gerekçelerle kamuoyunun yanıltılmaya çalışılmasına itiraz ediyoruz. SeçilmiÅŸ politikacıları cinsiyetçi söylemleri bırakıp kadına yönelik ÅŸiddet ve kadın cinayetleri ile ilgili doÄŸruları açıklamaya davet ediyoruz. Yirmibirinci yüzyıl Türkiye’si için kadına yönelik ÅŸiddetin bir insanlık ayıbı olduÄŸunu düÅŸünüyoruz.

Kadınların yaÅŸamları iktidar sahipleri tarafından kuÅŸatılmaktayken, sadece cinsiyetlerinden dolayı en temel hak olan “yaÅŸam hakkı” ellerinden alınmaktadır. Kadına yönelik her türlü ÅŸiddetin failleri adalet sistemi içindeki boÅŸluklardan faydalanmakta, mahkemelerde kolayca iyi hal indirimi almaktadır. Åžiddetin faillerinin “cezasız” kalması, ÅŸiddete uÄŸrayan kadınların ruhsal iyileÅŸmelerinin önünde büyük bir engel olarak durmaktadır. CinsiyetçiliÄŸin körüklendiÄŸi bir ortamda, kadınların kamusal yaÅŸamdan uzaklaÅŸtırılması, tecavüz edenlere cezaların arttırılması çözüm getirmez.

Ä°syan ediyoruz! Cinsiyetçi ayrımcı ve cinsel saldırıları körükleyen zihniyetin bizzat ürettiÄŸi kadına yönelik cinsel, fiziksel, ruhsal ÅŸiddetin yaralarını sarmak yerine erkeklerin kendilerini sorgulamalarını, “eril tahakküm”de kendi rollerinin uzantılarına bakmalarını, kadına yönelik ÅŸiddetin önlenmesini istiyoruz! Sadece “kadın” oldukları için öldürülen Özgecan Aslan ve yüzlerce kadının katlinden sorumlu olan cinsiyetçi ve cinsel saldırıları körükleyen zihniyetin deÄŸiÅŸmesini talep ediyoruz.

Ruh saÄŸlığı çalışanları olarak bizler, kadın cinayetlerine daha fazla tanık olmak istemiyoruz!

İktidarın kadın ayrımcılığına son!

 

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi

Kadın Ruh SaÄŸlığı Çalışma Birimi adına 

Suzan Saner, Zerrin OÄŸlaÄŸu, Leyla Gülseren, Åžahika Yüksel

 
   
SAVAÅž ve RUH SAÄžLIÄžI
TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ RUHSAL TRAVMA VE AFET ÇALIÅžMA BÄ°RÄ°MÄ°

SAVAÅž VE RUH SAÄžLIÄžI

BASIN AÇIKLAMASI

31 Aralık 2014

 

Suruç tan Soma ya,

Şengal den Yırca ya,

Savaşın ve cinayetlerin yaÅŸandığı coÄŸrafyada insanlığın sesini yükseltelim…

 

Ülkemizde savaÅŸ ve maden cinayetleri gibi insan eliyle oluÅŸturulanlar yanında, deprem, sel gibi doÄŸal nedenlerle ortaya çıkan, ancak öncesindeki yetersiz düzenlemeler ve denetlemeler gibi insani etmenler nedeniyle yıkıcı etkisi artmış afetlerle sürekli karşı karşıyayız. Ancak ruh saÄŸlığı alanında çalışan bizler tüm bu ruhsal travmalar yanında son yıllarda ülkemizin yanı başındaki vahÅŸi savaÅŸtan kaçarak ülkemize gelen mülteci, sığınmacı ve göçmenlerin durumuna dikkat çekmek istiyoruz.

Son 3 yıldır Suriye’deki iç çatışmalar ve savaÅŸla baÅŸlayan OrtadoÄŸu coÄŸrafyasındaki insani dram, yaÅŸadığımız yüzyılın en vahÅŸi ve bilinen tüm insani kutsal deÄŸerlerine aykırı davranan İŞİD örgütünün Ezidilerin yerleÅŸim alanlarında ve Rojava Kürt  bölgesindeki saldırıları ile ÅŸiddetlenmiÅŸ, 2014 AÄŸustos ve Eylül aylarında Åžengal dağında bir insanlık dramı yaÅŸanmıştır.

Son 3 yılda resmi rakamlara göre bile, savaÅŸtan kaçan bir milyonun üzerinde sığınmacı ülkemize gelmiÅŸtir ve birçok sığınmacı  ciddi bir yaÅŸam mücadelesi vermektedir.  Suriye’den giderek daha yoksul insanların ülkemize geldiÄŸini, Åžengal’den Kobane’den yerinden edilenlerin çok kısa bir zamanda hiç bir ÅŸeyi toparlamaya vakitleri olmadan evlerini, ülkelerini terk ettiklerini biliyoruz. Yerel yönetimler, demokratik kurumlar ve AFAD  verilerine göre  ülkemize 1 milyonun üzerinde Suriye’li göçmen, 30 bin Ezidi, 180 bin civarında Rojava Kürdü  geldiÄŸi tahmin edilmektedir. Bu düzeyde büyük bir göçmen kitlesinin yaklaÅŸan kış koÅŸullarına raÄŸmen fiziksel olarak barınma, hijyenik olmayan ortamlarda yaÅŸama, beslenme problemleri gibi temel yaÅŸamsal ihtiyaçlarının karşılanmasında ciddi eksikliklerin yanında ciddi psikolojik problemlerin yaÅŸandığı Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi’nin AÄŸustos-Ekim 2014’te çadır kentlere yönelik yaptığı gözlem çalışması neticesinde düzenlenen raporda bildirilmiÅŸtir.

Tarih boyunca savaşın, yerini yurdunu terk etmenin insan ruhunda onulmaz yaralar açtığını biliyoruz. Euripides binlerce yıl öncesinde Dünyada ana vatanını kaybetmekten daha üzücü bir ÅŸey yoktur” derken ülkemize gelen tüm insanlarda hem savaÅŸa tanık olmak, hem savaÅŸ sırasında yakınlarını kaybetmek, yaralanmak ve bunlara ÅŸahit olmak gibi doÄŸrudan savaşın maÄŸduru olmak, hem yerinden yurdundan ülkesinden edilmek, hem de yeni yerleÅŸim alanındaki kötü koÅŸullar ve maruz kalınan ayrımcılık nedeniyle deÄŸiÅŸik düzeyde ruhsal belirtiler ve ruhsal hastalıklar gözlenmektedir. Özellikle   yakınlarını kaybedenlerin yaÅŸadığı yoÄŸun korku, yakın köylerdeki komÅŸuları tarafından ihanete uÄŸradıkları düÅŸünceleri, savaÅŸtan kaçarken özellikle kadınların ve çocukların maruz kaldığı cinsel taciz ve tecavüzler, ÅŸu anda barındıkları yerlerde hissettikleri belirsizlik, deÄŸersizlik, ciddi çökkünlükler, gelecek kaygısı gibi sorunlar eÅŸliÄŸinde birçok ruhsal rahatsızlık gözlenmektedir. Sığınmacılarda; uyku problemleri, akut stres bozukluÄŸu ya da travma sonrası stres bozukluÄŸu belirtileri, uzamış yas  reaksiyonları, major depresyon, kaygı bozuklukları, bedenselleÅŸtirme bozuklukları gibi birçok ruhsal belirti ve hastalıklar izlenmektedir.

BM ve AFAD tarafından oluÅŸturulan kamplarda kalanlara saÄŸlık ve diÄŸer sosyal destekler kısmen saÄŸlanırken, ÅŸehirlere yerleÅŸen ya da yerel yönetimler eliyle oluÅŸturulan çadır kentlerdeki kiÅŸiler uzun süre saÄŸlığa ulaÅŸma ve tedavi olma hakkından mahrum kalmışlardır. Kamp dışında yaÅŸayanların büyük bir çoÄŸunluÄŸu ruh saÄŸlığı tedavi hizmetlerine ve bu riskli dönemde ruh saÄŸlığını koruyucu nitelikte olabilecek psikososyal rehabilitasyon hizmetlerine ulaÅŸamamaktadır. Tarafsızlık ilkesi gereÄŸi ulus, ırk, dini inanç, sosyal sınıf, politik düÅŸünce, cinsiyet, etnik köken, felsefe, cinsel yönelim, yaÅŸ, engellilik, fiziksel özellikler ve dil ayırt edilmeksizin yardımların tüm maÄŸdurlara eÅŸit ve adil olarak ulaÅŸtırılması gerekmektedir.

SavaÅŸ nedeniyle yurtlarından göç etmek zorunda kalan insanların karşılaÅŸtığı diÄŸer bir sorunun sosyal dışlanma ve ayrımcılık olduÄŸunun da altını çizmek istiyoruz. Özellikle kentlere yerleÅŸen sığınmacılara karşı giderek artan düÅŸmanca tutum, nefret ve ayrımcılık içeren söylemler, zaten zor koÅŸullarda ülkelerini terk etmek zorunda kalıp, bilmedikleri bir ülkede yeni yaÅŸam kurmaya çalışan, çoklu maÄŸdurluklar yaÅŸayan insanların ruh saÄŸlığını tehdit eden temel unsurlardan birisini oluÅŸturmaktadır. Ülkemizde yönetici pozisyonda olan kiÅŸilerin bazı açıklamalarında bile kendisini gösteren bu durum,bazen sığınmacıların yerleÅŸtikleri bölgelerde yaÅŸayan insanlar arasında da yoÄŸun bir ÅŸekilde gözlenmektedir. Kültürlerarası farklılığın doÄŸal olduÄŸu dikkate alınarak, ülkemize zorlu koÅŸullarda gelen insanların buraya uyum saÄŸlamalarını kolaylaÅŸtıracak eylem planları geliÅŸtirilmelidir.

Göçmenlerin birçoÄŸunun sınır dışı edilme korkusu, Türkiye’den baÅŸka bir ülkeye geçiÅŸi zorlaÅŸtırabileceÄŸi ya da bilgilerinin kendi ülkelerinde düÅŸman olarak gördükleri tarafların eline geçer korkusuyla yasal kayıt altına alınamamak sığınmacı statüsünün saÄŸladığı saÄŸlık güvencesi gibi sosyal haklardan yararlanmalarını ve ruh saÄŸlığı hizmetlerine ulaÅŸmalarını engellemektedir. Ayrıca yoÄŸun olarak göç edilen illerdeki resmi saÄŸlık kurumlarında çevirmenin hiç olmaması ya da yetersiz çevirmen olması ayrı bir sorundur.

Unutulmamalıdır ki; toplumsal travmalar kuÅŸaktan kuÅŸaÄŸa aktarılır ve doÄŸası gereÄŸi insanların ve toplumların ruhunda yaratılan tahribatın ve ruhsal sorunların iyileÅŸmesi çok daha zordur ve zaman alır. Bu nedenle çok geç olmadan baÅŸta devlet olmak üzere ilgili kuruluÅŸların yetkililerini ve tüm halkımızı ivedilikle harekete geçmeye çağırıyoruz.

Ülkemiz coÄŸrafi konumu nedeniyle yüzyıllardır birçok savaÅŸ, katliam, doÄŸal afete tanıklık etmiÅŸ olmakla birlikte yer aldığı bölgenin kültürel özelliklerinin bu travmalarla baÅŸ etmede çok önemli bir rol oynadığını; yakın tarihimizde Marmara depremi, Van depremi ve Soma Maden Faciası sonrasında gösterilen sosyal dayanışma ve yardımlaÅŸmanın maddi kayıpların ötesinde afetzedelerin kendilerini yalnız, çaresiz ve güvensiz hissetmemelerini saÄŸladığını ve geleceÄŸe tekrar umutla bakmalarına yardımcı olduÄŸunu hatırlatarak göçmenler, mülteciler ve sığınmacılara yönelik olarak benzer bir sosyal dayanışma ve yardımlaÅŸmanın bir an evvel baÅŸlatılması gerektiÄŸini belirtmek istiyoruz.

2015 e girerken OrtadoÄŸu coÄŸrafyasında giderek daha çok insanın yerinden edilmesi ve  zorunlu yer deÄŸiÅŸtiren kiÅŸilerin  zorluklarına tanıklık eden Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak;

·         SavaÅŸtan kaçan-kaçmak zorunda olan  insanların Türkiye’nin de taraf olduÄŸu Cenevre AntlaÅŸması’nın 1.maddesi  (1951) gereÄŸi ‘Mülteci’ sayılması, Dublin konvansiyonu ve Schengen Uygulaması gereÄŸi kiÅŸilerin ‘Ä°lk sığınılan ülke’ haklarına saygı duyulmasını,

·         Ä°nsanların içinde bulunduÄŸumuz kış koÅŸulları düÅŸünüldüÄŸünde temel insani koÅŸullarda barınma ve fiziksel ihtiyaçların hızla giderilmesi ve bu yapılırken mutlak bir tarafsızlık ilkesiyle hareket edilmesini,

·         Daha önce yayınladığımız gözlem raporu ve çadır kentlerden halen alınan geri bildirimlere göre;  saÄŸlıklı ve kalıcı bir psiko-sosyal rehabilitasyon çalışmasının  yapılmadığı, bu konuda Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi’nin de içinde yer aldığı APHB (Afetlerde Psikososyal Hizmetler BirliÄŸi) , AFAD, TTB, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, yerel yönetimler ile  diÄŸer meslek örgütleriyle  birlikte ortak bir eylem planın hazırlanmasını,

·         Çok yakın zamanda 100.000 kiÅŸiden fazla insanın ağır bir savaÅŸtan kaçarak geldiÄŸi, hemen yanı başında çatışmaların devam ettiÄŸi Suruç Devlet Hastanesine psikiyatrist, psikolog ve diÄŸer ruh saÄŸlığı kadrolarına kalıcı atamalar yapılması ve personel eksiÄŸinin giderilmesini,

·         Sığınmacıların yaÅŸadığı bölgelerde ruh saÄŸlığı çalışanlarının savaÅŸ, göç, mültecilik konusunda bilgi ve beceri düzeylerinin artırılması amacıyla hızlı bir ÅŸekilde yapılandırılmış kurslar düzenlenmesini,

·         Sığınmacıların savaÅŸ ve göç nedeniyle oluÅŸacak ruh saÄŸlığı bozuklukları konusunda bilgilerini artırıcı ve saÄŸlık kurumlarına baÅŸvurmayı saÄŸlayıcı  Türkçe, Kürtçe, Arapça afiÅŸ ve broÅŸürlerin hazırlanmasını,

·         Ülke çapında ayrımcılığı azaltmaya yönelik etkin sosyal politikaların yaÅŸama geçirilmesini talep ediyoruz.

 

Sonuç olarak, yaÅŸanılan ruhsal travmanın çok boyutlu ve karmaşık yapısı düÅŸünüldüÄŸünde Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak; tek tek kurumların, gönüllü olarak düzenledikleri faaliyetlerintek başına yeterli olamayacağını, resmi ve sivil toplum kuruluÅŸlarının iÅŸbirliÄŸi içinde, hızla koruyucu ve tedavi edici ruh saÄŸlığı hizmetlerinin nasıl bir yapılanma içinde sürdürülebileceÄŸine iliÅŸkin ortak bir eylem planının hazırlanarak yaÅŸama geçirilmesi gerektiÄŸinin önemini vurgulamak istiyoruz.

 

Uzm. Dr. UlaÅŸ Yılmaz                                                       

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi

Ruhsal Travma ve Afet Psikiyatrisi Çalışma Birimi Adına

 

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi

Merkez Yönetim Kurulu

BONZAÄ°YE BONZAÄ° DEMEYÄ°N

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Alkol Madde Kullanım Bozuklukları Çalışma Birimi Koordinatörü Doç.Dr. Cüneyt Evren, sentetik uyuÅŸturucuyla ilgili mücadelede medyaya çok önemli görevler düÅŸtüÄŸünü belirtti. Ünlülerin yakalanmasında diÄŸer maddelerle birlikte bonzai isminin geçmesinin dikkat çekici olduÄŸunu anlatan Evren, 2011 ya da 2012 senesinin baÅŸlarından bahsediyorum bonzai ismiyle ünlülerin yakalandığı haberleri vardı. Bu haberler yeni bir ÅŸeyler denemek isteyen merak eden, yapısında merak olan özellikle gençler iÇin bir de yasal ve zararsız olduÄŸunu zannettikleri için kullanma ihtimallerini artırmış olabilir. Bu anlamda baÅŸta medyanın haberi kullanış ÅŸeklinin bonzai kullanımını olumsuz etkilemiÅŸ olma ihtimali var. Bonzai yerine sentetik kannabinoidler ya da sentetik uyuÅŸturucular denilmesi daha doÄŸru" dedi.

ÜNLÜLER TETÄ°KLEDÄ°
Antalya’nın Beldibi ilçesinde gerçekleÅŸtirilen 50’nci Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Alkol Madde Kullanım Bozuklukları Çalışma Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Cüneyt Evren, uyuÅŸturucu maddelerin beyin ve psikoloji üzerinde yaptığı tahribatı anlattı. Bonzai ile mücadelede adımların doÄŸru atılması, bu maddeyi özendirici olabilecek bilgi aktarımından kaçınılması gerektiÄŸinin altını çizen Doç.Dr. Evren, bu konuda bilimsel gerçeklikle hareket edilmesi günlük söylemlerden kaçınılarak ilgili kurumlarla birlikte hareket edilerek topluma bilgi sunulması gerektiÄŸini kaydetti. UyuÅŸturucunun ve özellikle bonzainin 2011 ve 2012 yıllarında gözaltına alınan ünlülerle birlikte isminin anılmasına da dikkat çeken Evren, ÅŸöyle konuÅŸtu: "Bonzai isminin kullanılması uygun deÄŸil bunun sentetik bir madde olduÄŸunun vurgulanması lazım, sentetik uyuÅŸturucu denmesi daha doÄŸru, zaten sadece bonzai deÄŸil Türkiye’de Jamaikaisimli baÅŸka bir marka da var yaygın olarak bulunuyor. Ama burada asıl olan sentetik olmasının vurgulanmasıdır. Medyada zaten son zamanlarda çok haber çıkmıyor ölümler zaten çıkmıyor medyaya sanırım bu anlamda bir kısıtlama gelmiÅŸ gibi görünüyor."
Doç.Dr. Cüneyt Evren, "Haber yapıldığı için mi kullanım artıyor yoksa kullanım arttığı için mi haber sayısı artıyor" ÅŸeklindeki soru üzerine, bunun tartışmalı bir durum olmakla beraber bonzainin gündeme geldiÄŸi ilk zamanlarda gerçekten dikkat çekici olduÄŸunu söyledi. Ünlülerin yakalanmasında diÄŸer maddelerle birlikte bonzainin isminin geçmesinin dikkat çekici olduÄŸunu belirten Evren, "2011 ya da 2012 senesinin baÅŸlarından bahsediyorum bonzai ismiyle ünlülerin yakalandığı haberleri vardı. Bu tabi yeni bir ÅŸeyler denemek isteyen merak eden, yapısında merak olan özellikle gençler için bir de yasal ve zararsız olduÄŸunu zannettikleri için kullanma ihtimallerini artırmış olabilir. Bu anlamda baÅŸta medyanın kullanış ÅŸeklini olumsuz etkilemiÅŸ olma ihtimali var" dedi.
ÜLKEMÄ°ZDE EN BÜYÜK SIKINTI PROBLEMÄ°N Ä°NKARI
Ekonomik sıkıntıların bonzai baÅŸta olmak üzere uyuÅŸturucu kullanımına sebep olup olmayacağı ÅŸeklindeki bir soruya da cevap veren Evren, ellerinde böyle bir veri olmadığını ancak toplum için sıkıntı olacak ÅŸeylerin madde kullanımının artmasına dolaylı olarak sebep olacağını kaydetti. Sadece Türkiye’de deÄŸil dünyada da uyuÅŸturucu kullanımının artışının söz konusu olduÄŸunun altını çizen Evren, ÅŸöyle konuÅŸtu: "Eskiden yurt dışında kullanılan madde ülkemize birkaç yıl sonra girerken bugün ilerleyen teknoloji ve internet sayesinde hızla aynı anda kullanılmaya baÅŸlanılıyor. Burada ihmal devreye giriyor, ülkemizin en büyük sıkıntısı inkar, problem yok gibi algılamaya çalışmak ve böylece sorun sanki yokmuÅŸ gibi varsaymak ama ne yazık ki sorun daha sonra mücadele etmesi zor ve sıkıntılı hale geliyor zaman içinde. Tek başına etkisi olmasa da etkisi vardır."
“BONZAÄ° KULLANANLARDA ŞİZOFRENÄ° TABLOSU”
Bonzai adıyla bilinen sentetik uyuÅŸturucuların beyni etkileyerek bağımlılık yaptığını belirten Evren, “Sentetik kannabinoidler (SK) ya da sentetik esrar türevleri Türkiye’de bonzai adı ile bilinen, beyni etkileyen, bağımlılık yapan maddelerdir. Bu maddelerin kullanımı son yıllarda tüm dünyada olduÄŸu gibi ülkemizde de artmaktadır. SK kullanımı sonrasında kiÅŸilerde çarpıntı, göÄŸüs aÄŸrısı, huzursuzluk, solunum güçlükleri, kusma ve bulantı, bilinç kaybı yanında, intihar düÅŸüncesi ya da giriÅŸimi, kendine ve baÅŸkasına zarar verici davranışlar, kalp krizi, böbrek yetmezliÄŸi ya da epileptik nöbetler gibi hayatı tehdit edebilecek belirtiler de görülebilmekte, ölüm vakaları bildirilmektedir. Bu maddenin kullanımı sonrasında gerçeÄŸi deÄŸerlendirme bozukluÄŸu, ÅŸizofreni benzeri psikotik tablolarla da karşılaşılmaktadır” dedi.
“ÇÄ°N VE Hindistan’DAN TÜM DÜNYAYA Ä°NTERNETLE HIZLA YAYILIYOR”
Bonzainin üretimi ve satışı konusunda bilgi veren Doç.Dr. Cüneyt Evren, bonzainin Çin ve Hindistan’da laboratuvar ortamında üretildiÄŸini ve internet vasıtasıyla kolayca pazarlanıp kolayca satılabildiÄŸini söyledi. Satışı ve pazarlamayı engellemek için bu türden sitelerin kapatılmasının çözüm olmadığını vurgulayan Evren, ÅŸöyle konuÅŸtu:
“Bonzai, Çin ve Hindistan’da laboratuvar ortamlarında toz halinde üretilerek tüm dünyaya dağıtılmaktadır. Bu maddeler daha sonra çeÅŸitli çözücüler içinde çözülmekte ve bitki karışımlarının üzerine püskürtülmekte, kurutulduktan sonra paketlenerek satışa sunulmaktadır. Ne yazık ki günümüzde bu madde oldukça kolay ulaşılabilir bir hale gelmiÅŸtir. Gerek yurt içinde gerek yurt dışında internet sipariÅŸi yoluyla çok kolay ulaşılabildiÄŸi dikkat çekmektedir. Bu siteler kapatılsa da yeni siteler vasıtasıyla dağıtımı yapılabilmektedir. Ayrıca, satışa sunulan paketler üzerinde paketin içeriÄŸi hakkında bilgi verilmemekte ya da yanlış bilgi yer almaktadır.”
BONZAÄ°YÄ° BIRAKMAYA ÇALIÅžANLARDAKÄ° BÄ°R TAKIM BELÄ°RTÄ°LER
Bağımlılık yapan bonzainin bırakılmak istendiÄŸinde bağımlıya olan etkilerini de belirten Evren, “Bağımlı kiÅŸiler bu maddeyi bırakmaya çalıştıklarında terleme, uykusuzluk, çarpıntı, huzursuzluk, bedensel aÄŸrılar, bulantı ve kusma gibi yoksunluk belirtileri yaÅŸayabilmekte bu belirtiler geçici de olsa maddeyi bırakmak isteyen kiÅŸiyi zorlayabilmektedir. Bonzai bırakmak isteyen kiÅŸilerin psikiyatri polikliniklerine ya da bağımlılık merkezlerine yardım baÅŸvurusunda bulunmaları, burada ayaktan ya da yataklı tedavi programlarına katılabilmeleri bağımlılık problemlerinin üstesinden gelinmesinde çok önemli bir faktördür” dedi.

EVDE BARIÅž DÃœNYADA BARIÅž

TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ 25 KASIM DÜNYA KADINA YÖNELÄ°K ŞİDDETÄ° ÖNLEME GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI

EVDE BARIÅž, DÜNYADA BARIÅž!

Kadına Yönelik Åžiddeti Sonlandırma Ve Militarizme Karşı Mücadele Ä°çin Harekete Geçme Zamanı

Dünya üzerinde yaÅŸayan tüm kadınların ve kız çocuklarının giderek artan ve hayatın her alanında maruz kaldıkları cinsiyete dayalı ÅŸiddet;kadınları ve toplumu saran sosyoekonomik koÅŸullar, politik geliÅŸmeler ve kültürel etkenlerle birlikte deÄŸerlendirilmelidir. Bu yıl BM 25 Kasım’dan baÅŸlayıp 10 Aralık Dünya Ä°nsan Hakları Gününe kadar olan 16 günlük eylem programının temasını ‘kadına yönelik ÅŸiddeti sonlandırma ve militarizme karşı mücadele için harekete geçme’ olarak belirlemiÅŸtir. Evde savaÅŸ hüküm sürerken dünyada barıştan nasıl söz edebiliriz? Bir çok kadın kendilerini rahat, huzurlu, güvende olmaları gereken yuvalarında tehlike içinde hissetmekte, zarar görmekte, incitilmekte, yaralanmakta ve hatta  öldürülmektedir. Son yıllardaki savaÅŸlarda dikkati çeken durum; savaÅŸan güçlerin kadınları direkt olarak hedef alması, cinsel saldırı ve tecavüzlerin düÅŸman tarafa ve düÅŸman tarafın erkeklerine zarar verecek bir savaÅŸ yöntemi olarak kullanılmasıdır. Tecavüz bir savaÅŸ silahı haline gelmiÅŸtir ve askeri bir strateji niteliÄŸi kazanmıştır. Militarizmin kadınlar üzerine tek etkisi savaÅŸ sırasındaki cinsel ÅŸiddet deÄŸildir, aslında bundan çok daha büyük çok daha yaygın bir kötü sonucu vardır: Askeri zihniyet korku ve utancın hakim olduÄŸu bir kültür yaratmakta ve toplumsal olduÄŸu kadar bireysel sorunların çözümünde de ÅŸiddetin kullanılmasını meÅŸru kılmaktadır. Böylelikle savaşın olduÄŸu her coÄŸrafyada aile içi ÅŸiddet de artmaktadır.

Savaşın, ÅŸiddetin bir çözüm aracı olarak yaÅŸama geçmesinin yanı sıra pek çok üzücü yanı daha vardır.  SavaÅŸ bölgelerinden kaçan milyonlarca insanın evlerini, yuvalarını, sevdiklerini, komÅŸularını, en temel eÅŸyalarını geride bırakarak yeni bir topraÄŸa sığınmaları, göç etmeleri ve burada düÅŸmanlıkla, ayrımcılıkla,  aÅŸağılanmayla karşılaÅŸmaları ruh saÄŸlıklarını ciddi olarak etkileyen bir sorundur.  Ülkemizin hemen yanıbaşında, büyük bir ÅŸiddetle devam eden savaÅŸ nedeniyle son yıllarda ülkemize neredeyse 2 milyona yakın insanın göç ettiÄŸi bilinmektedir. SavaÅŸtan kaçan bu insanların büyük çoÄŸunluÄŸunu ise kadınlar ve çocuklar oluÅŸturmaktadır. AFAD’ın 2014 yılında yayınladığı raporda; bu göçmen kadınların çoÄŸunluÄŸunun bugün neredeyse savaÅŸtan dolayı yaÅŸanmaz hale gelen Ä°dlip ve Halep kentlerinden geldiÄŸi, dolayısıyla savaÅŸ bitse bile dönecek yerlerinin kalmadığı, %80’inin ilköÄŸretim ve altı düzeyde eÄŸitim aldığı, çoÄŸunluÄŸunun herhangi bir mesleÄŸi olmadığı ve kamp dışında yaÅŸayanların da son bir aydır hiçbir gelir getirici iÅŸte çalışmadıklarının tespit edildiÄŸi bildirilmektedir. SavaÅŸtan ağır ÅŸekilde etkilenmiÅŸ, evlerini yerlerini yurtlarını yitirmiÅŸ, üstelik eÄŸitim düzeyleri düÅŸük olan ve mesleki donanımları olmayan bu kadınların gerek kamplar içinde gerekse kamp dışında ağır bir yoksulluk içinde yaÅŸamlarını sürdürdükleri bilinmektedir. AFAD raporunda da söz edildiÄŸi gibi bu kadınlar aile içi ÅŸiddete maruz bırakılmakta, erken yaÅŸta evlendirilmekte ya da çok eÅŸli evliliklere zorlanmaktadırlar. Gerek kamplarda gerek kamp dışında yaÅŸayan kadınların %50’sinden fazlasının 18 yaÅŸ altında olması nedeniyle acilen korunması, eÄŸitim yaÅŸamlarına devam etmelerinin saÄŸlanması, meslek kazandırılması ve erken yaÅŸta evliliklerin kesin olarak önlenmesi saÄŸlanamazsa, bu çocukların yaÅŸamları boyunca çok daha fazla ÅŸiddete maruz kalacakları ve çok daha fazla ruhsal hastalıklara yakalanacakları, bu hastalıkların daha uzun ve ÅŸiddetli seyredeceÄŸi, hatta süreÄŸenlik kazanacağı açıktır. Son dönemde gerçekleÅŸen bu büyük göçün onlarca yıl boyunca ülkemizin önemli sorunlarından birisi olacağı beklenmektedir. Ä°ncinebilirliÄŸi çok yüksek olan bu gruptaki kadınların ruhsal rahatsızlıklara yakalanma oranlarının da çok yüksek olacağını gözden kaçırmamak gerekmektedir.

Bir kez daha hatırlatmak istiyoruz ki kadın ruh saÄŸlığını etkileyen en temel iki sosyal faktör ÅŸiddete maruz kalma ve yoksulluktur. Günümüzde bütün kadınlar geleneksel kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik ÅŸiddete maruz kalmaktadır. Kadınların ne yapması, nasıl davranması, ne kadar eÄŸitim alacağı, parasını nasıl harcayacağı, nasıl giyineceÄŸi hatta kimle evleneceÄŸi gibi temel seçimleri kural koyucu, yasa koyucu erkekler tarafından belirlenmektedir. Kadınların eÄŸitilmemeleri, emekleri karşılığında ücret almamaları ve erkeklerden daha düÅŸük ücret almaları, daha düÅŸük sosyal konumda yer almaları ÅŸiddete maruz kalmalarını arttırmaktadır. Ülkemizde kadınlar, iÅŸyerinde, evinde, cezaevlerinde, hastanede, okulda kısacası yaÅŸamın her alanında ÅŸiddete maruz kalmaktadır. Kadınları çalışma ve sosyal hayatın dışına itecek ve güçsüzleÅŸtirecek giriÅŸimler kadın ruh saÄŸlığı üzerinde yıkıcı etkilere yol açmaktadır. Kadınlarla erkeklerin eÅŸit olmadığına inanan, bunu kışkırtan bir ortamın kadınları ikincil konuma hapsettiÄŸi, ülkemizde kadınların bedenlerini denetleme gücünü elinde bulundurmak isteyen, onları her ÅŸekilde araçsallaÅŸtıran politik müdahalelerin, kadınlara yönelik her tür ÅŸiddeti tırmandırdığını kaygıyla izlemekteyiz.

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak, her yıl 25 Kasım’da yaptığımız gibi ülkemizde kadına yönelik ÅŸiddetin artışını ve süreÄŸenleÅŸmesini önleyecek en önemli sosyal politikanın cinsiyet eÅŸitliÄŸinin her alanda saÄŸlanması olduÄŸunun da bir kez daha altını çizmek istiyoruz. Biliyoruz ki kadına yönelik ÅŸiddetin temel nedeni, kadınları ÅŸiddet uygulayarak hizaya sokmak isteyen erkek egemen zihniyettir ve toplumsal cinsiye eÅŸitliÄŸi her alanda saÄŸlanamadıkça kadına yönelik ÅŸiddet türlü çeÅŸitli ÅŸekillerde devam edecektir. Kadın örgütleri verilerine göre her gün bir çok kadının öldürüldüÄŸü bu ülkede toplumsal cinsiyet eÅŸitliÄŸini geliÅŸtirmek için eÄŸitim, saÄŸlık, ekonomiye katılım ve politikaya katılım konusunda kadınlar pozitif ayrımcılık içeren politikalarla güçlendirilmelidir. Dünya Ekonomik Forumu 2014 Toplumsal Cinsiyet EÅŸitsizlikleri Göstergesi Raporu’nda Türkiye ne yazık ki 142 ülke içinde 125. sırada yer almaktadır. Ekonomik katılım, saÄŸlık, eÄŸitim ve politik güçlenme alanlarındaki parametreler dikkate alınarak hazırlanan bu raporda ülkemiz saÄŸlık ve eÄŸitim parametrelerinde daha iyiyken, ekonomiye katılım alanında 142 ülke arasında 132. sıradadır. Kadının iÅŸgücüne katılımı açısından 2006 yılından daha geride olmamız da üzerinde düÅŸünülmesi gereken bir konudur.

Bu nedenle bu yıl basın açıklamamızda 2 temel soruna dikkat çekmek istiyoruz.

-Kadına yönelik ÅŸiddeti azaltmanın tek yolu toplumsal cinsiyet eÅŸitliÄŸinin saÄŸlanmasıdır. Muhafazakar politikalar aracılığıyla evlere kapatılan, aile içinde yer almaları beklenen, ‘evlerinin kadını’ , ‘çocuklarının annesi’ olan kadınların çok daha fazla ÅŸiddete maruz kaldığı akılda tutularak kadınların eÄŸitim almalarının önü açılmalı, iÅŸ güç sahibi olmaları desteklenmeli, iÅŸyerlerinden, yerel yönetimlerden baÅŸlanarak kadınların söz sahibi olmalarını destekleyen politikalar geliÅŸtirilmelidir.

- Bu yıl ‘Evde Barış, Dünyada Barış!’ sloganı ülkemiz için özel önem taşımaktadır. Suriye’den gelen ve çoÄŸunluÄŸu her türlü ÅŸiddete maruz kalma riski yüksek bir grup olan 18 yaşın altındaki kız çocukları, kadınlar ruhsal açıdan desteklenmeli, göçmenlerin sorunları toplumsal cinsiyete duyarlı bir bakış açısıyla ele alınmalı, kadınların güçlendirilmeleri için erken yaÅŸta yapılan evlilikleri, çok eÅŸli evlilikleri önlemek baÅŸta olmak üzere etkin sosyal politikalar hızla yaÅŸama sokulmalıdır.

 

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Merkez Yönetim Kurulu adına

Prof.Dr. AyÅŸe Gül Yılmaz Özpolat

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Kadın Ruh SaÄŸlığı Çalışma Birimi

NEFRET SUÇU MAĞDURU TRANS BİREYLERİ ANMA GÜNÜ

KiÅŸinin kendi bedensel cinsiyetinden hoÅŸnut olmaması, karşı cinsin bedenine sahip olma ve toplumda karşı cinsten birisi olarak kabul görme isteÄŸi, bu isteÄŸin yaÅŸamın her alanında sürekli olması ve buna cinsiyet kimliÄŸi sıkıntısının eÅŸlik etmesine transseksüalite denilmektedir. Cinsiyet kimliÄŸimiz, yani bedenimizi ve benliÄŸimizi bir cinsiyet üzerinde algılayaşımız, seçim yaparak karar verebileceÄŸimiz, dolayısı ile deÄŸiÅŸtirebileceÄŸimiz bir özellik deÄŸildir. Cinsiyet kimliÄŸi, kiÅŸinin öznel kimliÄŸinin bir parçası olduÄŸu için transseksüellik de tam zamanlı, yaÅŸamın özel ve kamusal alanlarını kapsayan, bir kimlik ve varoluÅŸ biçimidir. Herhangi bir kiÅŸinin cinsiyet kimliÄŸini veya cinsel yönelimini gizleyerek saÄŸlıklı bir yaÅŸam sürebilmesi gerçekçi deÄŸildir.

Transseksüalite bir ruh hastalığı deÄŸil, bedensel cinsiyet ile cinsiyet kimliÄŸi arasında bir uyumsuzluk durumudur. Transseksüel bireyler, toplumun genelleÅŸtirdiÄŸi cinsiyet normlarına uymadıkları için kimlikleri yok sayılmakta, aileleri ve sosyal çevreleri tarafından da ayrımcılığa maruz kalmakta, sözel veya fiziksel olarak taciz edilmekte, kısacası cinsel kimlikleri nedeniyle psikolojik ve fiziksel istismara uÄŸramaktadırlar. KiÅŸinin yaÅŸamının tüm evrelerine yayılan ve toplumun herhangi bir kesiminden gelebilecek bu ayrımcı tutumlar ve bunların yaratacağı travmatik etki kaçınılmaz olarak bireyin ruh saÄŸlığını da etkilemektedir.

Ergenlik döneminde aile içinde baÅŸlayan ayrımcılık, evden atılma ya da ev hapsi gibi baskılar, eÄŸitim kurumlarında da devam etmekte, pek çok trans birey olmadıkları bir kimlikte görülme ve tanınma zorunluluÄŸu nedeniyle eÄŸitimlerine devam edememektedir. EriÅŸkin yaÅŸamlarında bu ve benzeri nedenlerle genellikle vasıfsız iÅŸlerde çalışmak zorunda bırakılan trans bireyler, cinsel kimliklerini gizleyebilmek için çoÄŸunlukla sigortasız çalışmakta, gizlemedikleri takdirde iÅŸ yerinde yıldırma gibi kötü muamelelere ve iÅŸlerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Erkek feminenliÄŸinin dışa vurulmasına karşı sosyal yasakların daha katı olması nedeniyle, trans kadınlar trans erkeklerden daha sık ve daha ciddi boyutta ayrımcılık ve ÅŸiddette maruz kalmakta, çalışma hayatından dışlanmakta, bir kısmi geçimini zorunlu seks iÅŸçiliÄŸi yaparak saÄŸlayabilmektedir.

Toplumsal hayatın her alanında travmatize edilen, yok sayılan trans bireyler, pek çok devlet hastanesinde cinsiyet dönüÅŸümü sürecinde hormon ve cerrahi tedavileri için genel saÄŸlık sigortalarından yararlanamamakta, trans bireylerin ihtiyaç duydukları bakım hizmetleri konusunda psikiyatri, endokrinoloji, üroloji, jinekoloji ve tedavi sonrasında izlemlerini yapacak aile hekimliÄŸi alanlarında yeterli donanıma sahip uzman personelin kısıtlı olması gibi nedenlerle saÄŸlık hizmetlerine eriÅŸim konusunda da zorluk yaÅŸamakta ve hak ihlallerine maruz kalmaktadırlar. Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından Ä°nsan Hakları ve Ä°nsan Haysiyetinin Korunması SözleÅŸmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından “Ä°nsan Hakları ve Biyotıp SözleÅŸmesinin Onaylanmasının Uygun BulunduÄŸuna Dair Kanun” adıyla ve 5013 Kanun numarası ve 03.12.2003 tarihinde kabul edilmiÅŸ, 20 Nisan 2004 tarih ve 25439 sayılı Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüÄŸe girmiÅŸtir. SözleÅŸmenin 1. Madde’sinde “Bu sözleÅŸmede tüm insanların haysiyetini ve kimliÄŸini koruyacak; biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayrım yapmadan herkese, bütünlüklerine ve diÄŸer hak ve temel hürriyetlerine saygı gösterilmesini güvence altına alacaklardır”ifadesi; Ä°nsanın ÜstünlüÄŸü tanımlayan 2. Madde’de “Ä°nsanın menfaatleri ve refahı, bilim veya toplumun saf menfaatlerinin üstünde tutulacaktır” ifadesi; SaÄŸlık Hizmetlerine EriÅŸimde Adalet’i tanımlayan 3. Madde’sinde ise “Taraflar, saÄŸlık gereksinimleri ve mevcut kaynakları dikkate alarak, kendi yasal yetkileri dahilinde, uygun nitelikteki saÄŸlık hizmetlerinden adil bir ÅŸekilde yararlanılmasını saÄŸlayacak uygun tedbirleri alacaklardır” ifadesi bulunmaktadır. TBMM tarafından onaylanmış bu evrensel ilkelere raÄŸmen uygulamada ve mevzuatta trans bireylere yönelik ayrımcılık sürmektedir.

Trans bireylerin maruz kaldıkları ayrımcılık ve insan hakları ihlallerinde nefret söyleminin rolü önemlidir, bunun uç noktası olarak nefret cinayetleri son sekiz yılda Türkiye’de 36 trans bireyin hayatını hedef almıştır. 2013 Cinsel Yönelim ve Cinsiyet KimliÄŸi Temelli Ä°nsan Hakları Ä°hlalleri Ä°zleme Raporu nda medyaya yansıyan 4 nefret cinayeti, 1 tecavüz, 10 nefret saldırısı (ikisi ateÅŸli silahla, ikisi kesici aletle), 1 linç giriÅŸimi, 1 kundaklama, 1 kaçırma vakası yaÅŸandığı, ayrıca Ä°stanbul’da polis operasyonuyla 15 trans bireyin evlerinin kapıları kırılarak gözaltına alındığı belirtilmiÅŸtir. Faillerin yakalandığı nefret cinayetlerinin çoÄŸunda ise sanıklar haksız tahrik indirimi talebinde bulunmuÅŸ, bir kısmının cezasında bu nedenle iyileÅŸtirme yapılmıştır.

Bilimsel hiçbir geçerliliÄŸi olmadığı, Türk Tabipleri BirliÄŸi, Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi, Cinsel EÄŸitim Tedavi ve AraÅŸtırma DerneÄŸi tarafından gerekçeleriyle defalarca vurgulanmasına raÄŸmen, Türk Medeni Kanunu 40. Madde de yer alan “bir kiÅŸinin cinsiyet geçiÅŸi ameliyatı olabilmesi için üreme yeteneÄŸinden kalıcı olarak yoksun olması gerekir” ÅŸeklindeki ÅŸart ile trans bireylerin temel insan haklarından biri, yasal olarak ihlal edilmektedir.

Günümüzde toplumsal yargıları etkileyen ve dönüÅŸtürme gücü olan en önemli kaynaklardan birini medya oluÅŸturmaktadır. Medyada trans bireylere yönelik marjinal yaftalamaların engellenmesi ve doÄŸru bilgilendirmenin yapılması, hem geleneksel cinsel kimlik normlarının esnekleÅŸmesine ve transseksüalitenin toplum gözünde normalleÅŸmesine, hem  kendini tanıma ve adlandırma sürecinde olan ve yardım arayan trans bireylerin içselleÅŸtirdikleri olumsuz yaftalarla kendilerinden utanmalarını engellemeye, hatta doÄŸru tedavi merkezlerine yönlenmelerine yardımcı olacaktır. 

Yasal düzlemde trans bireyler için hak ihlali olan fertilite ÅŸartının kalkması, nefret söylemlerinin ve suçlarının haksız tahrik indirimleri ile ödüllendirilmesi yerine cezaların ağırlaÅŸtırılarak caydırıcılık kazanması, saÄŸlık alanında trans bireylerin ihtiyaçlarını saÄŸlayabilecek yeterlilikte trans pozitif saÄŸlık hizmet alanlarının desteklenmesi, trans bireylerin eÅŸit vatandaÅŸlık haklarına sahip olmaları ve devlet temelli ayrımcılığa son verilmesi için ilk adım olmalıdır.

Trans bireylerin yaÅŸadıkları toplumsal, hukuksal ve politik ayrımcılık sadece psikiyatrinin deÄŸil sosyal bilimlerin de konusudur. Bu konuda yapılabilecek çok disiplinli çalışmaların, transseksüel bireylerin sorunlarına çözüm bulunmasında ve transfobinin ortadan kaldırılmasında rehber olacağını düÅŸünüyoruz. Bu amaçla 20 Kasım trans bireylere yönelik nefret suçunu anma gününde yaÅŸamın bir çok alanında süren ama özellikle trans bireylerin saÄŸlık hakkının kullanmada yaÅŸadıkları ayrımcılık ve insan hakkı ihlallerine  kamuoyunun dikkatini çekmek istiyoruz.

 

TÜRK TABÄ°PLERÄ° BÄ°RLİĞİ

TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ

CİNSEL EĞİTİM TEDAVİ VE ARAŞTIRMA DERNEĞ

DÜNYA YOKSULLUKLA MÜCADELE GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI

   “Yoksulluktan kurtulmak için çok sayıda ÅŸeye aynı anda ihtiyaç vardır: Okul, saÄŸlık ve altyapı ki bunlar topluma yapılan yatırımlardır. Öte yandan, fırsatlara, bilgiye, iÅŸe ve insan haklarına da ihtiyaç vardır.

Hans Rosling

Yoksulluk günlük temel ihtiyaçları karşılayacak ekonomik güce sahip olamama durumu olarak tanımlanmaktadır. Bu dar tanıma göre yiyecek, içecek, barınma gibi ihtiyaçlar temel ihtiyaçlar kapsamına alınmaktadır, ancak günümüzde yoksulluk yalnızca bu kavramlarla deÄŸil, eÄŸitim, meslek, saÄŸlık hizmetlerine ulaşım ve saÄŸlık eÅŸitsizlikleri, etnisite, yaÅŸanılan ortamın fiziki koÅŸulları gibi çok sayıda farklı parametreyi de kapsamaktadır.

 

Türkiye Ä°statistik Kurumu (TUÄ°K) tarafından 2008 yılında hazırlanan “Tüketim Harcamaları, Yoksulluk ve Gelir Dağılımı” raporuna göre; 2006 yılında Türkiye nüfusunun % 0.74’ü açlık sınırının, TUÄ°K 2013 verilerine göre nüfusun %15’i yoksulluk sınırının altında yaÅŸamaktadır. Daha çarpıcı olan sonuç ise, yine 2013 verilerine göre toplumun %13’üsürekli yoksulluk riski altındabulunmaktadır. Yoksulluk oranıdışında, toplumdaki gelir dağılımıeÅŸitsizliÄŸide giderek derinleÅŸen bir sorundur. Türkiye’de en zengin kesimin geliri, en yoksul kesimin gelirinin 8 katına ulaÅŸmıştır.

 

Yoksulluk ve Ruh Sağlığı

Yoksulluk ve ruh saÄŸlığı arasındaki iliÅŸki uzun yıllardır bilinmektedir. Dünya SaÄŸlık Örgütünün 2006 yılında yayınlanmış olan ve Avrupa’da ki saÄŸlık eÅŸitsizliklerinin incelendiÄŸi rapora göre düÅŸük sosyo-ekonomik düzeyde olma ruhsal hastalık sıklığını arttırmaktadır. Yoksulluk ve yoksullukla iliÅŸkili parametreler kullanılarak yapılan araÅŸtırmalarda yoksulluk sınırı altında yasayan insanlarda depresyonun yoksulluk sınırının üzerinde yaÅŸayan insanlara göre en az 2 kat faha sık olduÄŸu gösterilmiÅŸtir.

Yoksulluk ile ÅŸizofreni ve ÅŸizofreni belirtilerinin de iliÅŸkisi bilinmektedir. Türkiye’de yürütülmekte olan bir izlem çalışmasının verilerine göre psikotik bozukluklar, psikotik belirtiler ve psikoz-benzeri yaÅŸantıların mahallelerin sosyal sermayesi, yoksulluk, azınlık olmak ve iÅŸsizlik ortalaması ile iliÅŸkili olduÄŸu saptanmıştır.

Yoksulluk ile ruh saÄŸlığı iliÅŸkisi aslında sanıldığı gibi tek yönlü deÄŸildir. Ruhsal sorunlara sahip olan bireylerin, yoksulluk ve yoksullukla iliÅŸkili sorunlara daha açık olduÄŸu da bilinmektedir. BaÅŸta toplum içinde ruhsal hastalıkları olan bireylerin damgalanması olmak üzere, bu hastalıklara baÄŸlı yeti yitimi gibi hastalığa baÄŸlı sorunlar bireylerin ekonomik zorluklara daha sık maruz kalmasına neden olmakta ve eÄŸitim ve saÄŸlık hizmetlerine ulaşılmasını zorlaÅŸtırmaktadır. Sosyal destek sistemlerinin yetersiz olduÄŸu toplumlarda yoksulluk ve ruhsal hastalıklar arasında çözülemeyen bir kısır döngü kaçınılmaz olmaktadır.

Önce Kadınlar, Çocuklar ve YaÅŸlılar

Yoksulluk özellikle kadınlar, çocuklar ve yaÅŸlıları etkilemektedir. Kadınlarda yoksulluk ve dolaylı sonuçlarının ruh saÄŸlığını olumsuz yönde etkilediÄŸine dair çok sayıda veri bulunmaktadır. Gerek toplumsal roller, gerekse izlenen hatalı devlet politikaları kadınları ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaktan ve sosyal haklarından alıkoymakta ve yoksulluÄŸun dolaylı sonuçlarına direk maruz bırakmaktadır. Kadının Statüsü Genel MüdürlüÄŸü tarafından 2011’de yayınlanan “Türkiye’de Kadının Durumu” raporuna göre kadınların iÅŸgücüne katılma oranının 1990’li yıllardan bugüne giderek düÅŸtüÄŸü gözlenmektedir. DüÅŸük gelir, sosyal eÅŸitsizlikler, düÅŸük eÄŸitim düzeyi, stres yaratan olaylara maruziyet gibi yoksullukla iliÅŸkili pek çok durumun kadınlarda gerek depresyon gerekse travma sonrası stres bozukluÄŸuna daha sık yol açtığı bilinmektedir.

Erken çocukluk döneminde yoksulluk ve sürekli yoksulluÄŸun ergenlik döneminde gerek depresyon gerekse kaygı bozukluklarının riskini 1.5-2 kat arttırdığını göstermektedir.

YaÅŸlılar da yoksulluÄŸa baÄŸlı ruhsal hastalıklar açısından risk altındadır. Ülkemizde yapılan çalışmalarda, kadınlarda ve eÄŸitim düzeyi düÅŸük olan yaÅŸlı bireylerde depresif bozuklukların daha sık olduÄŸu gösterilmiÅŸtir. Alzheimer hastalığının önemli bir bulgusu olan unutkanlık ve bununla baÄŸlantılı diÄŸer belirtilerin de benzer ÅŸekilde eÄŸitim düzeyi düÅŸük olan yaÅŸlı bireylerde daha sık olduÄŸu bilinmektedir.

Psikiyatri ve Yoksulluk

Psikiyatri biliminin sadece ruhsal bozuklukların tedavisiyle ilgilenen bir bilim dalı olduÄŸu ÅŸeklindeki yaygın kanıya raÄŸmen, bizler, ruh saÄŸlığı alanında çalışan hekimler biliyoruz ki, ruh saÄŸlığı kiÅŸinin içinde yaÅŸadığı toplumsal dinamikler ve bunların sonuçlarından bağımsız deÄŸildir. Ruhsal hastalıkların tedavisinden daha önemlisi, bu hastalıklara yol açan ve önlenebilen risk faktörlerinin ortadan kaldırılması ruh saÄŸlığı hizmetlerinin olmazsa olmazıdır. Artık sadece gelir düzeyiyle deÄŸerlendirilmeyen yoksulluk psikiyatrinin koruyucu ruh saÄŸlığı hizmetlerinin organizasyonu ve uygulanması için en temel müdahale alanlarından biridir.

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak;

 

 

Yoksullukla mücadelede etkin bir devlet politikasının acilen hayata geçirilmesini

 

 

Özellikle riskli gruplar basta olmak üzere tüm toplumda gelir dağılımındaki adaletsizliÄŸin önlenebilmesi için yapılacak çalışmaların bir proje deÄŸil, öncelik haline getirilmesini

 

 

Riskli gruplara (çocuklar, ergenler, kadınlar, azınlıklar) yönelik yoksullukla mücadele planı kapsamında, yoksulluÄŸun tüm sonuçlarına yönelik (eÄŸitime ve saÄŸlık hizmetlerine ulaÅŸma, istihdam) pozitif ayrımcılık yapılmasını

 

 

Yoksulluk ve iliÅŸkili ruhsal hastalıklarda sosyal destek sistemlerinin güçlendirilmesini

 

 

Türkiye’de yoksulluk ve ruh saÄŸlığına etkilerine yönelik araÅŸtırmaların sistematik hale getirilmesini

 

 

Yıllardır tekrar ettiÄŸimiz gibi, ruh saÄŸlığı yasasının acilen çıkarılmasını

 

 

Yoksulluk ve bunun sonuçları ile ilgili koruyucu hekimlik hizmetlerinin geliÅŸtirilmesini

 

 

Ruh saÄŸlığı alanında daha etkin hizmet verilmesini saÄŸlamak amacıyla ruh saÄŸlığına ayrılan bütçenin ve genel hastanelerde psikiyatri yatak sayısının, gündüz hastanelerinin ve ayaktan tedavi birimlerinin sayısının ve niteliÄŸinin arttırılmasını talep ediyoruz.

 

Uz. Dr. NeÅŸe Direk

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi

Koruyucu Ruh SaÄŸlığı Çalışma Birimi

PEMBE KARETTA(HOMOFOBÄ° TRANSFOBÄ° AYRIMCILIK FARKINDALIK SEMÄ°NERÄ° )

25-26.10.2014 

HOMOFOBÄ° TRANSFOBÄ° AYRIMCILIK FARKINDALIK SEMÄ°NERÄ° 


1.GÜN

10:00 -10:30 AÇILIÅž - TANITIM

10:30-12:00 HOMOFOBÄ° SUNUM ANLATIM
KONUÅžMACI: PSÄ°KÄ°YATRÄ°ST PSÄ°KOTERAPÄ°ST UZM. DR. SEVÄ°LAY ZORLU

12:00 -13:30 ARA

13:30- 15:30 TRANSFOBÄ° SUNUM ANLATIM
KONUÅžMACI: PSÄ°KOLOJÄ°K DANIÅžMAN FATMA ARIK

15:30 -16:00 ÇAY, KAHVE ARASI

16:00 -17:30 ATÖLYE (PROJE) ÇALIÅžMASI

( HOMOFOBÄ° TRANSFOBÄ° AYRIMCILIÄžA UÄžRAYAN BÄ°REYLERÄ°N
TOPLUMSAL SÜRECE DÂHÄ°L EDÄ°LEBÄ°LMESÄ° 
DIÅžLANMA VE ETÄ°KETLENMEYE MARUZ KALMADA
KAPSAYICI SOSYAL Ä°ÇERME NASIL OLABÄ°LÄ°R)

17:30 -17:40 KAPANIÅž

2 GÜN

14:00 -15:45 AYRIMCILIK SUNUM ANLATIM
KONUÅžMACI: AVUKAT AHMET ÇEVÄ°K

15:45-16:00 ÇAY KAHVE ARASI

16:15-17:00 YAPILAN ATÖLYE (PROJE) ÇALIÅžMASININ DEÄžERLENDÄ°RÄ°LMESÄ°
SÖYLEŞİ
FORM DOLDURMA (PROJE HAKKINDA DEÄžERLENDÄ°RME)

17:00-17:15 KAPANIÅž

DÜNYA İNTİHARI ÖNLEME GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI

    TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ

Dünya Ä°ntiharı Önleme Günü Basın Açıklaması

10.09.2014

2013 yılında ülkemizde her 2 saat 40 dakikada bir kiÅŸi intihar ederek yaÅŸamını sonlandırdı.

Uluslararası Dünya Ä°ntiharı Önleme BirliÄŸi (IASP) ve Dünya SaÄŸlık Örgütü (DSÖ) tarafından, 11 yıldır, toplumun dikkatini intiharlara dikkatini çekmek için kurulmuÅŸtur.

Her yıl 800 binden fazla kiÅŸi yaÅŸamını intihar sonucu sonlandırmaktadır. Bu rakamlar her 100.000 kiÅŸide 11 kiÅŸinin intihar sonucu öldüÄŸüne iÅŸaret etmektedir. DiÄŸer bir deyiÅŸle, her 40 saniyede bir kiÅŸi intihar sonucu ölmektedir.

Türkiye Ä°statistik Kurumu verilerine göre, son 10 yılda ülke genelinde yaklaşık 29000 kiÅŸi, yalnız 2013 yılında ise 3189 kiÅŸi intihar sonucu hayatını yitirmiÅŸtir. Bu rakamın %27 sini kadınlar,  %73 ünü ise erkekler oluÅŸturmaktadır. 

Dünya SaÄŸlık Örgütü ilk ‘Küresel Ä°ntiharı Önleme Raporu’nu’ yayınlamıştır. 15-29 yaÅŸ grubundaki en sık 2. ölüm sebebi intihardır.

Ülkemizde de tüm intiharların %34’ü 15-29 yaÅŸ grubunda gerçekleÅŸmektedir. Bu üretken çaÄŸdaki erken ve önlenebilir ölümler birçok çalışmanın odak noktasındadır. Özellikle dürtüsel intiharların önlenmesinde ki ergen yaÅŸ grubunda sıktır; intihar araçlarına eriÅŸebilirliÄŸin azaltılması intiharı önleme çabalarının önemli bir unsurdur. Türkiye’de bu yaÅŸ grubunda ÅŸekline göre intiharları incelediÄŸimizde ateÅŸli silah kullanımı sonucu intihar oranları %32.5’tir, yalnız 19 yaÅŸ ve altı gruba bakarsak oran %35’tir. Tabii ateÅŸli silah ve toksik maddelerin temini ve saklanması ile ilgili düzenlemelerini, köprü üzerlerine engeller yerleÅŸtirme gibi kısıtlama politikalarını uygulamaya sokabilmek toplumdaki farklı grupların ortak farkındalığını ve iÅŸbirliÄŸini gerektirmektedir.

Dünya Ä°ntiharı Önleme Günü teması 2014 yılı için ‘BaÄŸlılık-BaÄŸların Güçlendirilmesi’ olarak belirlenmiÅŸtir. Bu tema ile etkin intiharla mücadele için hem kiÅŸilerarası, hem de kurumlar arası baÄŸların kuvvetlendirilmesi gerekliliÄŸine dikkati çekmek hedeflenmiÅŸtir.

Yalnızlığın intihar riskini arttırdığı çeÅŸitli araÅŸtırmalarla gösterilmiÅŸtir. Buna karşın kiÅŸinin yalnız olmadığını hissetmesinin, kiÅŸilerarası baÄŸlılığın ve aidiyet hissinin de koruyucu etkisi bilinmektedir. Oysa çeÅŸitli sebeplerle intihar düÅŸüncesi içerisindeki kiÅŸiler insanlarla iliÅŸkilerini askıya alırlar, geri plana iterler. Ruhsal hastalıklar, özellikle depresyon, intihar davranışına yatkınlık yaratan en önemli etkendir. Hastalığın yalnızlaÅŸtırıcı etkisinin yanı sıra intihar düÅŸünceleri ve ruhsal hastalıklara iliÅŸkin olumsuz bir ÅŸekilde etiketlenme, damgalanma endiÅŸesi bireylerin toplumla iliÅŸkilerinin daha da zayıflamasına neden olmakta ve kiÅŸiler hayat kurtarıcı yardımı istemekten geri durmaktadır. Risk grubundaki bu kiÅŸilere aile ve yakın çevredeki insanların destek vermesi,  dayanışma göstermesi hayati önem taşır.

Dünya SaÄŸlık Örgütü (DSÖ) hali hazırda sadece 28 ülkenin ulusal intihar önleme planı olduÄŸuna iÅŸaret ederek, üyesi konumundaki 194 ülkede 2020 yılına kadar intihar vakalarını %10 azaltmayı hedeflemektedir.

Ä°ntiharı önlemeye yönelik sistemli saÄŸlık projeleri geliÅŸtirilmelidir. Bu çerçevede intiharlarda görülen yüksek ruhsal hastalık oranları sebebiyle ruh saÄŸlığının hem bireysel, hem de toplumsal düzeyde korunmasına ve iyileÅŸtirilmesine yönelik çalışmalar intiharı önlemede esas hedeflerden biri haline gelmelidir. Gerekli olduÄŸu anda hızlı ve etkin bir biçimde tüm tedavi seçeneklerinin hastaya sunulabildiÄŸi bir sistem oluÅŸturulmalıdır. Ä°ntihar eÄŸilimli kiÅŸilerin her an baÅŸvurabilecekleri psikiyatrik krize müdahale servisleri, telefon ve internet servis hatları oluÅŸturulmalı, saÄŸlık sektörünü oluÅŸturan birimler arası sevk usulleri planlanmalıdır. Böyle bir sistemin doÄŸru ÅŸekilde iÅŸleyebilmesi için ise birimler arası iyi bir iletiÅŸim ve eÅŸgüdümlü çalışma, yani kurumlar arası baÄŸların güçlendirilmesi esastır.

Prof. Dr. Tarık Yılmaz

TPD Ä°ntiharı Önleme ve Krize Müdahale Bilimsel Çalışma Birimi Koordinatörü

UYUŞTURUCU KULLANIMI ve TRAFİĞİ İLE MÜCADELE GÜNÜ

UyuÅŸturucu Kullanımı ve TrafiÄŸi ile Mücadele Günü Basın Açıklaması

                                                      26 Haziran 2014

Her geçen yıl madde kullanımının yaygınlığı ve madde kullanımı ile iliÅŸkili sorunların boyutu artarak devam etmektedir. Madde kullanımı ile ilgili çözüme yönelik çalışmalarda bulunan meslek gruplarının yaptıkları uyarılar basın yoluyla kamuoyuna ulaÅŸtırılmasına raÄŸmen yeterli olmamakta ve sorun gün geçtikçe büyümektedir. Ayrıca devletin karar alıcı mekanizmaları da belirlenen sorunlar ve çözüm yöntemlerine iliÅŸkin yeterince kararlı ve istikrarlı politikalar geliÅŸtirememiÅŸtir. Devlet erkinin uyguladığı politikalar, SaÄŸlık Bakanlığı’nın genel saÄŸlık sistemine dönük yaptığı piyasalaÅŸma reformlarının bir parçası olmaktan öteye gidememiÅŸtir. Toplumun ve devletin madde kullanımı ile ilgili sorunlara bakış açısı ve kısmen duyarsızlığı sonucunda madde kullanım oranları artmış ve Türkiye’nin madde piyasasına ek sentetik maddeler katılmıştır.

Üstten bakan devlet anlayışı ve toplumsal bilgilendirmelerin yetersizliÄŸi nedeniyle madde kullanım sorunu sosyoekonomik anlamda geride kalmış kesimlerin sorunu olarak algılanmaya baÅŸlanmıştır. Yeterli çalışmalar olmasa dahi bu alanda çalışanların mesleki pratiÄŸinde deneyimlediÄŸi gerçeklik; madde kullanımının kentlerin ve tüm toplumun sorunu olduÄŸu yönündedir. Mesleki pratiÄŸe dayalı gözlemin nesnelliÄŸi tartışılır olduÄŸunda ise; sorunun  toplumun sosyoekonomik anlamda geride kalmış kesimini ilgilendirdiÄŸi varsayımı baÅŸka sorun alanlarının deÄŸerlendirilmesi gerektiÄŸini gözler önüne sermektedir. Öncelikle toplumun özellikli bir kesimini ilgilendirdiÄŸi kabul edilse dahi toplumun her kesiminin birbiri ile etkileÅŸim içinde olduÄŸu ve bu baÄŸlamda sorunun tüm toplumu etkileyeceÄŸi gerçeÄŸi yok sayılmış olmaktadır. Ayrıca kentsel dönüÅŸüm politikaları ile bölgeye özgü sorun tarifinin ne kadar mümkün olduÄŸu da ikinci bir sorudur. Tüm bu sorunsallar beraber ele alındığında; madde kullanımına dönük deÄŸerlendirmenin çok boyutlu yapılması ve toplumun tüm katmanlarını içine alan sorun çözme politikalarının geliÅŸtirilmesi elzem görünmektedir.

Madde kullanım sorunu gençliÄŸin karşı karşıya kaldığı en büyük tehlikelerden biridir. GençliÄŸin sorunlarını ele alırken madde kullanımını dışlamak ya da diÄŸer sorunlardan ayrı deÄŸerlendirmek bütüncül yaklaşıma aykırıdır. Bütüncül olarak ele alınmayan sorunlara dönük geliÅŸtirilen çözüm politikalarında aksaklıklar ve yetersizliklerin olması ise beklenen bir sonuçtur. Gençlerin saÄŸlıklı bir çevrede yaÅŸama ve saÄŸlıklı bir birey olma hakkı en temel insan haklarındandır. Devlet erkinin eliyle insan haklarının korunması anayasal teminat altına alınmıştır. Devlet organları anayasal hak olan saÄŸlıklı yaÅŸam sürdürme hakkını toplumun tüm üyeleri için eÅŸit bir ÅŸekilde sunmalıdır. SaÄŸlık hizmetinin sunumu öncesinde ise ilgili meslek gruplarından fikir almak ve projeler oluÅŸturmak yegane akılcı yöntemdir. Toplumun tüm kesimleri, sivil toplum kuruluÅŸları, bağımlılık alanında çalışan meslek grupları ve devletin ilgili organlarının katılımı ile sorun çözme politikaları geliÅŸtirilmesi, madde kullanımı sorununa dönük eylem planlarının ilk basamağı olmalıdır.   Dünyada uyuÅŸturucu kullanımında artış olması ve bunun insanlık için büyük bir tehdit oluÅŸturduÄŸu gerçeÄŸinden hareket eden BirleÅŸmiÅŸ Milletler Genel Kurulu, 1987 yılında aldığı bir kararla, uyuÅŸturucusuz temiz bir toplum hedefine ulaÅŸma ve uluslararası alanda eylem ve iÅŸbirliÄŸini güçlendirme konusundaki kararlığını vurgulamak amacıyla, 26 Haziran tarihini "Uluslararası UyuÅŸturucu Kullanımı ve Kaçakçılığı ile Mücadele Günü" olarak belirlemiÅŸtir. Bütün ülkelerde 26 Haziran tarihinde çeÅŸitli etkinlikler yapılır ve uyuÅŸturucunun zararları üzerinde durulur. Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak bu konuya kamuoyunun dikkatinin çekilmesi gerektiÄŸini düÅŸünüyoruz.

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi

Merkez Yönetim Kurulu adına

Doç. Dr. AyÅŸe Gül Yılmaz Özpolat

EÄŸitim Sekreteri

2013 Ä°NTÄ°HAR Ä°STATÄ°STÄ°KLERÄ°

Ä°ntihar Ä°statistikleri, 2013
Emniyet Genel MüdürlüÄŸü ve Jandarma Genel Komutanlığı kayıtlarından 2012 yılına kadar derlenen intihar olayları, 2012 yılından itibaren ölüm belgelerinden elde edilen kayıtlar ile Adalet Bakanlığı, Ceza ve Tevkifevleri Genel MüdürlüÄŸü kayıtları da dahil edilerek açıklanmaktadır. Böylece intihar istatistiklerinin kapsamı geniÅŸletilmiÅŸtir. Ä°ntihar verileri kurumların idari kayıtlarından elde edilmekte olup kurumlardan geçmiÅŸ yıllara ait yeni gönderilen verilerle intihar istatistikleri güncellenmektedir. Bu haber bülteninde, 2012 yılına iliÅŸkin intihar istatistikleri 31/05/2014 tarihi itibariyle güncellenerek verilmiÅŸtir. 
İntihar sayısı 3 189 oldu
Ölümle sonuçlanan intihar sayısı, 2013 yılında 3 189 oldu. Ä°ntihar edenlerin %72,7’sini erkekler, %27,3’ünü kadınlar oluÅŸturdu. 

Kaba intihar hızı yüz binde 4,19 oldu

Yüz bin nüfus başına düÅŸen intihar sayısını ifade eden kaba intihar hızı, 2013 yılında yüz binde 4,19 oldu. DiÄŸer bir ifade ile her yüz bin kiÅŸiden dördü intihar etti. 

Kaba intihar hızının en yüksek olduÄŸu il yüz binde 9,33 ile Karaman oldu

Kaba intihar hızı illere göre incelendiÄŸinde, 2013 yılında kaba intihar hızının en yüksek olduÄŸu il yüz binde 9,33 ile Karaman oldu. Karaman ilini yüz binde 7,54 ile Ardahan, yüz binde 7,22 ile Bingöl ve yüz binde 7,09 ile Elazığ izledi. Kaba intihar hızının en düÅŸük olduÄŸu il ise yüz binde 0,74 ile GümüÅŸhane oldu. GümüÅŸhane ilini yüz binde 1,54 ile Rize, yüz binde 2,29 ile Tokat ve yüz binde 2,34 ile Yalova izledi.

Kaba intihar hızının en yüksek ve en düÅŸük olduÄŸu 10 il, 2013

Ä°ntiharlar en fazla yaÅŸlı nüfusta görüldü

YaÅŸa özel intihar hızları incelendiÄŸinde, yüz binde 8,08 ile en fazla intihar olayı “75+” yaÅŸ grubunda görülürken en az intihar olayı yüz binde 4,56 ile “35-39” yaÅŸ grubunda görüldü. Kaba intihar hızının en yüksek olduÄŸu yaÅŸ grubu, erkeklerde yüz binde 14,63 ile “75+” yaÅŸ grubunda, kadınlarda ise yüz binde 5,52 ile “15-19” yaÅŸ grubunda görüldü.

Ä°ntihar sayıları yaÅŸ grubu ve cinsiyete göre incelendiÄŸinde, yaÅŸ grupları arasındaki cinsiyet farklılığının belirgin olduÄŸu görüldü. 15 yaÅŸ altı intiharlar hariç tüm yaÅŸ gruplarında erkek intiharlarının kadın intiharlarından daha fazla olduÄŸu tespit edildi. Cinsiyetler arasındaki farklılığın en yüksek olduÄŸu yaÅŸ grubunun “25-29”, en az olduÄŸu yaÅŸ grubunun ise “15-19” olduÄŸu görüldü. 

YaÅŸ grubuna göre intihar sayısı ve intihar hızları, 2013

Ä°ntihar eden kiÅŸilerin %53,8’inin intihar nedeni tespit edilemedi 

Ä°ntihar eden kiÅŸilerin 2013 yılında %53,8’inin intihar nedeni tespit edilemedi. Ä°ntihar eden kiÅŸilerin %16,1’i “hastalık”, %9,3’ü “aile geçimsizliÄŸi”, %6,9’u “geçim zorluÄŸu”, %3,3’ü “hissi iliÅŸki ve istediÄŸi ile evlenememe”, %1,9’u “ticari baÅŸarısızlık” ve %0,5’i ise “öÄŸrenim baÅŸarısızlığı” nedeniyle intihar etti.

Ä°ntihar edenlerin %50,9’u kendini asarak intihar etti

Ä°ntihar edenlerin 2013 yılında %50,9’u kendini asarak intihar etti. Ä°ntihar ÅŸekilleri arasında %25,5 ile “ateÅŸli silah kullanmak” ikinci sırada, %9,4 ile “yüksekten atlamak” üçüncü sırada, %6 ile “kimyevi madde kullanmak” dördüncü sırada geldi.

Ä°ntihar eden kiÅŸilerin %38,4’ü ilkokul mezunuydu 

Ä°ntihar eden kiÅŸilerin 2013 yılında %38,4’ü “ilkokul mezunu” idi. Ä°lkokul mezunlarını %14,2 ile “lise ve dengi okul”, %10,4 ile “ilköÄŸretim” ve %9,9 ile “ortaokul ve dengi” mezunları takip etti.

En fazla intihar olayı evli olan kiÅŸilerde görüldü 

Ä°ntihar edenlerin %48,8’i “evli", %38,4’ü “hiç evlenmemiÅŸ”, %5,6’sı ise “boÅŸanmış” kiÅŸilerdi. Ä°ntihar eden kiÅŸilerin medeni durumu ve cinsiyete göre dağılımı incelendiÄŸinde, erkeklerde en fazla “evli” olanların intihar ettiÄŸi görülürken, kadınlarda “evli” olanların yanında “hiç evlenmemiÅŸ” kadın intiharlarının da yüksek olduÄŸu görüldü.

ŞİZOFRENİ BİYOLOJİK BEYİN HASTALIĞIDIR

TPD Basın Açıklaması:"Åžizofreni biyolojik bir beyin hastalığıdır"

 Basın ve Kamuoyuna

Åžizofreni, genellikle genç yaÅŸlarda baÅŸlayan, kiÅŸinin dış dünyadan uzaklaÅŸarak içine kapandığı; duygu, düÅŸünce ve davranışlarında önemli bozuklukların ortaya çıktığı, beynin yapı ve iÅŸleyiÅŸinde deÄŸiÅŸiklerin saptandığı, kronik seyirli biyolojik bir beyin hastalığıdır. Bu hastalarda gerçek dışı algılar ve düÅŸünceler, toplumdan uzaklaÅŸma, öz bakımda, düÅŸünce üretiminde, soyut düÅŸünme becerisinde ve duygusal ifadelerde azalma sık görülen belirtilerdir. Åžizofreni belirtisi gösteren hastalar insanlık tarihinde çok eski çaÄŸlardan beri tanımlanmış olup, orta çaÄŸ Avrupa’sında içine ÅŸeytan girdiÄŸine inanılarak diri diri yakılmışlardır. 19. Yüzyılın baÅŸlarından itibaren tıpta araÅŸtırma yöntemlerinin geliÅŸmesiyle hastalığın nedenlerine, seyrine ve tedavisine  yönelik araÅŸtırmalar artmış ve 1950’li yıllarda antipsikotik ilaçların keÅŸfiyle tedavi edilebilir bir hale gelmiÅŸtir.

Günümüzde tıp bilimi hastalıkların tedavilerini bilimsel kanıtlara dayandırmak zorundadır. Bu kanıtlar, bilimsel çalışmalar sonucunda elde edilir.  En güçlü kanıtlar o alanda yapılan çok sayıda çift-kör kontrollü çalışmanın verilerinin gözden geçirildiÄŸi metaanaliz çalışmalarından saÄŸlanır.  Olgu sunumları ve uzman görüÅŸleri de daha az deÄŸere sahip olsa da, bilimsel birikime katkıda bulunabilirler.Prof. Dr. M. Kemal Irmak’ın “Journal of Religion and Health” isimli  derginin Haziran sayısında yayınlanan "Åžizofreni mi, cin çarpması mı?" baÅŸlıklı makalesinde ileri sürülen görüÅŸ herhangi bir bilimsel kanıta dayanmadığı gibi, kendisi histoloji ve embriyoloji alanında çalışmakta olan bir araÅŸtırmacı olarak, psikiyatrik bir hastalıkla ilgili görüÅŸ bildirmesi de kabul edilemez. Bu nedenle, bu makalenin bilimsel bir deÄŸeri yoktur. Bunun yanında, Prof. Dr. M. Kemal Irmak’ın TÜBÄ°TAK AraÅŸtırma Destek Programları BaÅŸkanlığı SaÄŸlık Bilimleri AraÅŸtırma Destek Grubu Yürütme Komitesi SekreterliÄŸini yürütüyor olması da ülkemizin bilim yaÅŸamı açısından kaygı vericidir.

Tüm tıbbi hastalıklarda olduÄŸu gibi ÅŸizofrenide de erken tanı ve tedavi hastalığın iyileÅŸmesi açısından çok önemlidir. Bu tür bilimsel gerçeklikten uzak bilgiler çare arayışı içinde olan hastaların ve hasta yakınlarının yanlış yönlenmesine ve dolayısıyla tıbbi tedaviye geç baÅŸvurmalarına neden olmaktadır. Bu da hastalığın seyrini kötüleÅŸtirmekte, komplikasyonların ortaya çıkmasına neden olmakta ve iyileÅŸmeyi zorlaÅŸtırmaktadır.

Saygılarımızla

 

TPD Åžizofreni ve DiÄŸer Psikotik Bozukluklar

Çalışma Birimi

Türkiye Åžizofreni Dernekleri Federasyonu

ÇOCUKLAR ÖLDÜRÜLMESİN, YASLARI TUTULABİLSİN!

TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ 12 MART BASIN AÇIKLAMASI

ÇOCUKLAR ÖLDÜRÜLMESÄ°N, YASLARI TUTULABÄ°LSÄ°N! 

Biz bu ülkeyi, bu ülkenin insanlarını çok sevdik; ayağımızı yere bastığımızdan, dirseÄŸimizi okul sıralarına koyduÄŸumuzdan bu yana. Dirseklerimiz sıralarda, masalarda yıllandı, ömrümüzü verdik ‘okuyup adam olmak için’, ‘vatana millete hayırlı olabilmek için’... Hekim olduk. Bu ülke insanının acısına, derdine derman olmaya çalıştık, elimizden geldiÄŸince. Bu ülkenin insanları doÄŸarken de yanlarındaydık doÄŸumhanelerde, ölürken de yanlarındaydık hastane yataklarında. Biz bu ülke için, bu ülkenin insanları için çalıştık, çabaladık yaÅŸamımızın uzun günleri ve geceleri boyunca. DoÄŸduÄŸu andan itibaren yanında olduÄŸumuz, saÄŸlıklı büyüsün, koÅŸup oynasın, ruh saÄŸlığı uzmanları olarak en çok da mutlu mesut yaÅŸasın diye uÄŸraÅŸtığımız çocuklar devlet eliyle öldürülsün diye çalışmadık. Ekmek almaya giderken kafalarına gaz fiÅŸeÄŸi sıkılsın, kuÅŸ kadar hafifleyip kara kaÅŸlarıyla uçsunlar diye çabalamadık!

 Bir insanın en temel ihtiyacı, ekmek kadar, su kadar önemli olan ihtiyacı; temel güven duygusudur. YaÅŸamımızın daha ilk anlarından itibaren özellikle de sevdiklerimiz, deÄŸer verdiklerimiz, annemiz, babamız, sevdiÄŸimiz tarafından korunup, kollanmak isteriz. Nasıl bedenlerimiz ekmeksiz susuz yaÅŸayamazsa, ruhlarımız için de güvende olduÄŸumuzu bilmeden yaÅŸamak mümkün deÄŸildir. 15 yaşında çocukların devlet babanın eliyle katledildiÄŸini bildiÄŸimiz bu ülkenin insanları olarak neye güven duyacağız, nereye sırtımızı yaslayacağız?

 Ä°nsanoÄŸlu ölüm karşısında çok çaresiz, çok zavallı. Tarih boyunca bu çaresizliÄŸi, bu derin kederi, bu zavallılığı azaltmak için, bu acıyı paylaÅŸmak, bölüÅŸmek için yeryüzünün tüm topraklarında beraber aÄŸlar, beraber gömer çocuklarını toprağın kalbine insanoÄŸlu, beraber törenler yapar, beraber yas tutar. Yasların en acısı evlat acısıdır, vakitsiz gördüÄŸümüz ölümlerdir ÅŸüphesiz. Ä°nsanı insan yapan ÅŸeylerin en temellerindendir bir arada yas tutabilmek. Bir arada yas tutabilmek insanları kardeÅŸ yapar, akraba yapar, halk yapar, millet yapar. Ve biz biliriz ki ruh saÄŸlığı uzmanları olarak ancak yası tutulursa ölümün acısı hastalandırmaz insan ruhunu, ‘uzamış yas reaksiyonu’ dediÄŸimiz hastalıkta öykü hep aynıdır; ne zaman ki yasını tutamaz sevdiÄŸinin, deÄŸer verdiÄŸinin insan, onun acısı yüreÄŸini durmaksızın yakar; yemez, içmez, iÅŸ yapamaz olur insan, ya yaÅŸamaktan elini eteÄŸini çeker ya öfkesinden içi içini yer bitirir.

 ‘Yas tutana saygı duymak’ insanoÄŸlunun kadim yasalarındandır. DüÅŸmanının bile ölüsüne saygı duy! Ä°nsanoÄŸlu tarih boyunca savaşırken bile durur, izin verir düÅŸmanının ölülerini gömmesine. Åžimdi bu ülkede, bu ülkenin kardeÅŸ insanları, bu ülkenin kanı birbirine karışmış insanları 15 yaşında ölmüÅŸ bir çocuÄŸu anmak için, yasını tutmak için düÅŸmana bile gösterilen matem hakkından mahrum bırakılıyor. Tomalarla, akreplerle, biber gazlarıyla, plastik mermilerle saldırılıyor yas tutan insanlara.

 Ä°nsanların yaÅŸamlarının ilk yıllarından itibaren vicdanları geliÅŸir. Vicdanımız bize kimseye kötülük yapmamamızı, kimsenin hakkını ihlal etmememizi söyler durur. Vicdanın yaslandığı temel duvar ‘adalet’tir. Ne zaman ki suçlunun suçunun bedelini ödediÄŸini bilirsek, ne zaman ki cezasız kalmayacağını bilirsek yapılan kötülüklerin, zalimliklerin o zaman güvende hissederiz kendimizi, biz de yasalara kurallara uyarız. Ä°nsanların vicdanı, suça ortak olmamak için iÅŸlenen suçlara sessiz kalmayacaktır. Bir ülkede ancak devlet kurumları adaleti saÄŸlarsa, insanların vicdanı rahat edebilir. Ancak adalete güven duyuyorsak rahat uyuruz yataklarımızda.

 Biz Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi, bu ülkenin ruh saÄŸlığı uzmanları olarak, 15 yaşında bir çocuÄŸun ardından, Berkin Elvan’ın ardından duyduÄŸumuz derin acı ile bu ülkenin insanlarına diyoruz ki; bu toprakların insanları yüzyıllarca maÄŸrur bir sessizlikle, ÅŸiddetsizlikle ölüm acısını paylaşırlar, bir arada yaslarını tutarlar, bugün yas tutma günü... Ve diyoruz ki;

 -  Artık durun, çocuklar öldürülmesin!

Silahlarınızı susturun, insanlar yaslarını tutabilsin!

Adaleti saÄŸlayın, insanlar devletlerine güvenebilsin!

     

            TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ MERKEZ YÖNETÄ°M KURULU

HEKİME YÖNELİK ŞİDDET İNSANLIĞA YÖNELİK ŞİDDETTİR

TPD 23.04.2014 BASIN AÇIKLAMASI

Son 10 gün içinde ülkemizin çeÅŸitli yerlerinde görevlerini yapan dört ruh saÄŸlığı ve hastalıkları hekimi saldırıya uÄŸramıştır. Kayseri EÄŸitim ve AraÅŸtırma Hastanesi’nde görevli olan hekimler Bayram Yıldız ve Mustafa Reyhancan, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda görevli olan doktor Fatih TaÅŸtan ve Nusaybin Devlet Hastanesi’nden doktor Eren Abatan son yıllarda sayısı gittikçe artan ‘hekime ve saÄŸlık çalışanına yönelik ÅŸiddet’e maruz kalmışlardır.

 

Åžiddet toplumsal hayatımızın en önemli olumsuzluklarından birisidir.  Hekime yönelik ÅŸiddet, toplumsal ÅŸiddetin bir yansıması olmakla birlikte bazı özellikleri nedeniyle farklı bir önemi hak eder.

 

Hekimlik yüzyıllardır insanların saÄŸlığını korumaya, hastalıklarını iyileÅŸtirmeye kendisini adamış bir meslektir. Bu anlamda, baÅŸka hiçbir meslekte olmadığı kadar, hekimin hastası ile özel bir iliÅŸkisi vardır. Bu iliÅŸki bilgi ve zanaat kadar saygı, sevgi ve ÅŸefkate de dayalıdır.

 

Son yıllarda, dünyadaki uygulamalara koÅŸut olarak geliÅŸen saÄŸlık politikaları ve bu politikalara bazı uygulayıcı ve yöneticilerin olumsuz katkıları ile hekim ve hasta iliÅŸkisi gittikçe bozulmaya baÅŸlamıştır. SaÄŸlık sistemi ile ilgili tüm olumsuzluklar hekimin ve saÄŸlık çalışanlarının üzerine yıkılmış, saÄŸlık çalışanlarının emeÄŸi deÄŸersizleÅŸtirilmiÅŸtir. Hekimin saygınlığını yitirmesine yol açan bir yönetim biçimi ve yönetici modeli oluÅŸturulmuÅŸtur. Bu yanlışlara bir an önce son verilmeli, hekimlik deÄŸerleri onarılmalıdır. Åžiddete ‘model’ olunmamalıdır.

 

Åžiddet toplumun birçok alanına sızmıştır ancak toplumsal iliÅŸkinin en özel alanlarından biri olan saÄŸlıklı olma ve hastalıklardan korunma gibi bir alana ÅŸiddetin girmesi kabul edilemez. SaÄŸlık çalışanına yönelmiÅŸ olan ÅŸiddet toplumsal iliÅŸkilerin bu en korunaklı olması gereken alanına yönelmiÅŸ ÅŸiddettir ve bu ÅŸiddetin daha ötesi yoktur. Burası ÅŸiddetin ulaÅŸabileceÄŸi en üst noktadır. Bu nedenle eÄŸer bir toplumda ÅŸiddet saÄŸlık çalışanına da yöneldiyse, o toplumun ÅŸiddete teslim olduÄŸunu kabul etmek gerekir. Bir anlamda, hekime yönelik ÅŸiddet halka yönelik ÅŸiddettir.

 

Son olarak; Kayseri, Gaziantep ve Nusaybin’de saldırıya uÄŸrayan ve daha önce çeÅŸitli saldırılara maruz kalmış olan tüm üyelerimizin, meslektaÅŸlarımızın, hekim ve saÄŸlıkçıların yanında yer alacağımızı ve her türlü zorluklarında onlara destek olacağımızı tekrar vurgularız. 
 

Åžiddet sonuçlanıncaya kadar tüm hekimlerin ve saÄŸlık çalışanlarının kararlılık içinde çalışacağına eminiz.

 

Yöneticilere yeniden seslenmek istiyoruz; saÄŸlık alanını ticari bir aygıt gibi görmeyi, halk ile saÄŸlık çalışanlarını karşı karşıya getirmeyi ve hekimleri hedef göstermeyi bırakın. Unutmayın, hekim hepimize gerekli…

 

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

 

Türk Tabipleri BirliÄŸi Merkez Konseyi

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Merkez Yönetim Kurulu

HOMOSEKSÜELLİĞİN SÖZDE TEDAVİSİ HAKKINDA YASAL GİRİŞİM

HOMOSEKSÜELLİĞİN SÖZDE TEDAVÄ°SÄ° HAKKINDA YASAL GÄ°RİŞİM

Saygıdeğer Meslektaşlarımıza ve Kamuoyuna,

26 Aralık 2013

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak saÄŸlıkta gerek etik gerekse bilim dışı uygulama ve etkinliklere karşı çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Bu kapsamda mesleki sınır ihlallerine de yol açan benzer durumlarda hem toplum saÄŸlığını korumak, hem de meslek alanımızı korumak için çeÅŸitli yasal giriÅŸimlerimiz de bulunmaktadır.

Son olarak bir internet sitesi üzerinden homoseksüelliÄŸi “iyileÅŸtirdiÄŸini” iddia ederek satışa sunulan “homofin” adlı sözde ilaçla ilgili yasal giriÅŸimde ve ilgili valilik, Reklam Kurulu ve savcılığa ÅŸikayette bulunulduÄŸunu sizlerle paylaÅŸmak isteriz.

HomoseksüelliÄŸi hastalık olarak kabul etmekle baÅŸlayan bu bilim ve etik dışı uygulamanın ayrıca olmayan bir hastalığı tedavi ettiÄŸi iddiasıyla içeriÄŸi bilinmeyen bir sözde ilacı satarak toplum saÄŸlığı açısından ciddi bir tehdit oluÅŸturmakta olduÄŸu görülmüÅŸtür.

Bu tip uygulamalar konusunda kamuoyunda bilinç oluÅŸturmanın da yasal giriÅŸimler kadar elzem olduÄŸunun altını bir kez daha çizmek isteriz. Bu bilincin oluÅŸturulmasında baÅŸta saÄŸlık çalışanları olmak üzere konu hakkında bilgi sahibi olan herkese görev düÅŸtüÄŸüne inanmaktayız.

        Saygılarımızla,

 

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Merkez Yönetim Kurulu

 

AÄ°LENÄ°ZDE EÅžCÄ°NSEL, BÄ°SEKSÃœEL, TRAVESTÄ° VEYA TRANSSEKSÃœEL BÄ°RÄ° MÄ° VAR? CETAD, LÄ°STAG

Ailenizde EÅŸcinsel, Biseksüel, Travesti veya Transseksüel Biri Mi Var? CETAD, LÄ°STAG üyeleri ile her ayın ilk PerÅŸembesi bilgilendirme ve destek toplantıları yapmaktadır.

Ailenizde eÅŸcinsel, biseksüel, travesti veya transseksüel biri mi var?

CETAD (Cinsel EÄŸitim Tedavi ve AraÅŸtırma DerneÄŸi)  terapistleri aÅŸağıdaki illerde düzenli olarak bilgilendirme ve destek toplantıları yapmaktadır. Toplantılara katılım ücretsizdir.

ÇocuÄŸunun, kardeÅŸinin veya herhangi bir akrabasının eÅŸcinsel, biseksüel, travesti veya transseksüel olduÄŸunu öÄŸrenen ve bu konu hakkında konuÅŸmak isteyen herkesi bekliyoruz.

Ä°STANBUL
Her ayın ilk PerÅŸembe günü 17:30’da
Cinsel EÄŸitim Tedavi ve AraÅŸtırma DerneÄŸi’nde

ANKARA
Her ayın ilk Salı günü 19:00’da
Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Ankara Genel Merkezi’nde

ESKÄ°ÅžEHÄ°R
Her ayın ilk PerÅŸembe günü 17:30’da
Osmangazi Üniversitesi Psikiyatri KliniÄŸi’nde

Ä°ZMÄ°R
Her ayın ilk ÇarÅŸamba günü 18:30’da
Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi Ä°zmir Åžubesi’nde
Katılım için lütfen 0 532 595 34 98 nolu telefondan Metehan’ı arayınız.

 

ÇOCUKLUKTAN ERİŞKİNLİĞE DİKKAT EKSİKLİĞİ ve HİPERAKTİVİTEYİ ANLAMAK

Dikkat EksikliÄŸi Hiperaktivite BozukluÄŸu (DEHB) çocukluk çağında baÅŸlayan, etkisi tüm bir yaÅŸama yayılabilen, süreÄŸen bir nöropsikiyatrik bozukluktur. Biyolojik kökenleri üzerine yapılan kalıtım, genetik ve beyin görüntüleme araÅŸtırmaları bu bozukluÄŸu anlayabilmemiz yönünde önemli katkılar saÄŸlamıştır. Ä°yi tanımlanmış bir psikiyatrik bozukluk olmasına karşın, DEHB tanısıyla ilgili gerek sosyal-kültürel itirazlar ve gerekse eklenen psikiyatrik eÅŸ tanılar onun iyi anlaşılamayan bir bozukluk olarak kalmasına yol açmaktadır. Ayrıca rahatsızlığın belirli dönemlerde farklı belirtilerinin ön plana geçiÅŸi anne-babaların, eÄŸitmenlerin ve hatta hekimlerin kafasını karıştırabilmektedir.

Yaygınlık

Toplumdaki DEHB yaygınlığı yaklaşık olarak çocuklukta % 8, ergenlikte % 6 ve eriÅŸkinlikte % 4 olarak bildirilmektedir. Çocukluk çağında zaten var olan dikkat eksikliÄŸi, hiperaktivite ve dürtüsel davranışlar ilk olarak okula baÅŸlamayla fark edilir bir hale gelmektedir. Sınıfta oturamayan, oyunlarda arkadaÅŸları ile yoÄŸun sorunlar yaÅŸayan ve okuma faaliyetlerinde gecikebilen çocuklar görece hızlı fark edilip tıbbi yardım almaları için yönlendirilebilmektedir. Yani önde gelen belirtiler hiperaktivite olduÄŸunda, dikkatsizlikle ilgili belirtilerin önde olduÄŸu durumlara göre daha erken tedavi baÅŸvurusu olmaktadır. Yine de tedavi arayışı ve etkin tedavilere ulaÅŸma sayıları bozukluÄŸun yaygınlığı deÄŸerlendirildiÄŸinde oldukça düÅŸüktür.

Yaşın ilerlemesiyle birlikte görülme sıklığındaki azalma aslında rahatsızlık belirtilerinde azalma olduÄŸuna iÅŸaret eder. Sıklıkla belirtiler tamamen ortadan kalkmamıştır. Dönemin özelliklerin de eklenmesi nedeniyle özellikle ergenlerde bozukluÄŸun varlığı riskli saÄŸlık davranışlarının tavan yapmasına ve ileriye doÄŸru kalıcı zararlara yol açmaktadır. Yine de iyi bilinen aşırı hareketlilik ve sonuçlarını düÅŸünmeden yani dürtüsel davranışlarda bulunmanın zaman içerisinde azalma eÄŸiliminde olduÄŸu söylenebilir. Ancak bu azalma eÄŸilimine raÄŸmen eriÅŸkin DEHB olan bireylerde bir iÅŸe baÅŸlayamama, iÅŸ yerinde verimsizlik ve kötü zaman yönetimi, çok sayıda iÅŸe baÅŸlanmasına raÄŸmen bir çoÄŸunu bitirememe, bir toplantı boyunca oturamama, stresle baÅŸ edememe ve öfke atakları, aklına ilk geleni söyleme eÄŸilimi, kötü ÅŸoförlük sorunları ve evlilik ve sorumluluklarının idaresi ile ilgili yoÄŸun sorunlar sıklıkla ortaya çıkar yada sürer gider. Bu bozukluk yetiÅŸkinlerde ele alınırken çocukluk döneminden farklı olarak eriÅŸkin yaÅŸamının karmaşıklığı gözetilmeli ve yaÅŸla birlikte belirtilerdeki deÄŸiÅŸime önem gösterilmelidir.

Kızlarda risk altında..!

Çocukluk döneminde çeÅŸitli çalışmalarda erkek:kız oranı 2:1 ile 6:1 arasında bildirilirken eriÅŸkinlerde eÅŸit (1:1) bulunmuÅŸtur. YaÅŸla birlikte ortaya çıkan cinsiyet oranlarındaki bu deÄŸiÅŸimin çeÅŸitli açıklamaları olabilir. Bunlardan biri eriÅŸkin dönemde özellikle dikkat eksikliÄŸi semptomlarının soruna yol açması ve kadınlarda dikkat eksikliÄŸi belirtilerinin baskın olmasıyla cinsiyet oranının eÅŸitlenmesidir. DiÄŸer bir olasılıkta çocukların yakınları tarafından, eriÅŸkinlerin ise kendilerinin baÅŸvurması ve yakınmalarını dile getirmesidir. Dikkatsizlik daha çok bireyi, diÄŸer yıkıcı semptomlar ise daha çok çevreyi rahatsız etmekte ve erkek çocuklardan daha çok yakınılmaktadır. Belirtilerini dışa vuran erkeklerin tersine kız çocuklar genellikle olumsuz geri bildirimleri içselleÅŸtirme, özür dileme, uyum saÄŸlamaya çalışma, suçu üzerine alma ve kavga etmeme eÄŸilimindedirler. Beklentileri karşılamak için daha çok çalışarak ve yetersizlikleriyle baÅŸa çıkarak baÅŸarılı öÄŸrenciler olmayı lise dönemine dek saÄŸlayabilirler. Ama bozukluÄŸun daha sessiz seyrediyor olması ve bu nedenle müdahale edilebilir olan bir sorun alanına gereken müdahaleleri yapamama kadınların yaÅŸamına, özellikle onların akademik geliÅŸimlerine önemli zararlar vermektedir.


Duruma eklenen eş tanılar, eşlik eden diğer ruhsal bozukluklar

Çocuklar ve eriÅŸkinlerle yapılmış çalışmaların sıklıkla iÅŸaret ettiÄŸi psikiyatrik eÅŸ tanılar ÅŸunlardır: Karşıt olma karşı gelme bozukluÄŸu, Davranım bozukluÄŸu, Anksiyete bozuklukları (Panik bozukluÄŸu, Obsesif Kompulsif bozukluk, Tik bozukluÄŸu), Duygudurum bozuklukları (Depresyon, Distimi, Bipolar), ÖÄŸrenme bozuklukları ve Alkol-madde kullanım bozuklukları olarak adlandırılan ruhsal hastalıklar. BaÅŸka ruhsal bozuklukların eÅŸlik etmesi bazen DEHB semptomlarının gizlenmesine, örtük kalmasına ya da ilaçlarla bir bozukluÄŸu tedavi ederken diÄŸerinde bozulmalar ortaya çıkmasına yol açabilmektedir.

Tedavi

EriÅŸkin dönemde neredeyse bir kural olan psikiyatrik eÅŸ tanı ve eriÅŸkin yaÅŸamın karmaşıklığı çocuklardan farklı olarak eriÅŸkin DEHB tedavisinde daha kapsamlı tedavi yaklaşımlarını gerekli kılmaktadır. Nörobiyolojik zemini olan DEHB için ilaç tedavileri bütüncül tedavi yaklaşımının temelini oluÅŸturmaktadır. Ä°laçların eriÅŸkinde tıbbi ve ruhsal eÅŸ tanıları gözeterek planlanması gereklidir. Bundan sonra sıra sorun odaklı, yapılandırılmış biliÅŸsel davranışçı psikoterapileri tedaviye eklemeye gelmektedir.

EriÅŸkin dönemde DEHB kiÅŸinin davranışları, duyguları, iliÅŸkilerini ve kendisini nasıl deÄŸerlendirdiÄŸini güçlü biçimde etkiler. EriÅŸkin dönemde özsaygı ve utancın birincil belirleyicisi kiÅŸinin kendini çocukluk ve ergenlik döneminde nasıl deÄŸerlendirdiÄŸidir. EriÅŸkin DEHB vakaları çocukluk çağından beri baÅŸlamış olan ve etkili baÅŸa çıkma becerilerini engelleyen temel nöropsikiyatrik bozukluklara sahiptirler. Dikkatin çelinebilirliÄŸi, organize olamama, verilen görevleri sürdürme güçlüÄŸü ve dürtüsellik gibi özgül belirtiler DEHB olan bireylerin etkili baÅŸa çıkma becerileri geliÅŸtirmelerini öÄŸrenme ya da kullanmalarını önleyebilir. Etkili baÅŸa çıkma becerilerinin yokluÄŸu nedeniyle bu bozukluÄŸa sahip kiÅŸilerin çoÄŸu yineleyen baÅŸarısızlıklar yaÅŸamıştır ya da yenilgi olarak adlandırabilecekleri deneyimleri olmuÅŸtur. Bu baÅŸarısızlık öyküleri kiÅŸinin kendi hakkında olumsuz düÅŸünceler geliÅŸtirmesine yol açabilir. Bunun yanı sıra üstlendikleri görevler konusunda da iÅŸlevsel olmayan düÅŸünceler geliÅŸtirebilirler. Sonuç olarak ortaya çıkan bu olumsuz düÅŸünce ve inançlar var olan kaçınma davranışları ya da çelinebilirliÄŸi arttırabilir. Bu düÅŸünce ve inançların sonucu olarak kiÅŸiler görev ya da sorunla karşı karşıya kaldığında dikkatleri daha çok kayabilir ve iliÅŸkili davranışsal belirtiler daha da kötüleÅŸebilir. Tedavide bu bozukluÄŸa sahip olanlar sıklıkla bildirdikleri gibi organizasyon ve planlama güçlükleri, dikkat dağınıklığı, kaytarma-kaçınma davranışları, iletiÅŸim güçlükleri ve anksiyete-depresyon-öfke belirtilerine odaklı, yapılandırılmış biliÅŸsel davranışçı psikoterapilerden önemli yararlar saÄŸlayabilir.

Sonuç

YaÅŸam boyu devam eden dikkatsizlik, dürtüsellik ya da hiperaktivite yakınmaları olan tüm eriÅŸkinlerde DEHB tanısı akla gelmelidir. Dikkat EksikliÄŸi Hiperaktivite BozukluÄŸu yaÅŸama, kiÅŸiler arası iliÅŸkilere, okul ve iÅŸ dünyasına yansıyan olumsuz etkileri açısından toplumun ve saÄŸlık hizmetlerinin önemli sorunlarından birisidir. DEHB ister çocukluk ister eriÅŸkinlik döneminde olsun sadece hastaları deÄŸil çevrelerini, ailelerini, ebeveynlerini de etkiler. Riskli saÄŸlık davranışları açısından tehdit altında olan ergen ve genç eriÅŸkinlerde DEHB varlığında sigara ve madde kötüye kullanımı, yasal sorunlar, kötü akran iliÅŸkileri, kendine güven kaybı, okul ve iÅŸ baÅŸarısında düÅŸüklük ve psikiyatrik eÅŸ tanılar gözlenir. EriÅŸkin dönemde neredeyse bir kural olan baÅŸka ruhsal bozuklukların eÅŸlik etmesi, diÄŸer bir deyiÅŸle psikiyatrik eÅŸ tanı varlığı ve eriÅŸkin yaÅŸamının karmaşıklığı çocuklardan farklı olarak eriÅŸkin DEHB tedavisinde daha kapsamlı tedavi yaklaşımlarının uygulanmasını gerekli kılıyor. Ä°laçlarla tedavinin eÅŸ tanıyı gözeterek planlanması ve buna sorun odaklı olarak yapılandırılmış biliÅŸsel davranışçı psikoterapilerin eklenmesi oldukça önemlidir. DEHB ile ilgili güçlükleri çocukluklarından beri yaÅŸayan kiÅŸiler; hem eriÅŸkinlik döneminde benzer belirtiler sergilerler hem de bazen belirtiler gerilese bile çocukluk döneminde almış oldukları hasarların yansımalarını yaÅŸam boyu taşırlar. Tedavi edilmediÄŸinde süreklilik gösteren bu rahatsızlığın doÄŸru bir ÅŸekilde tanısının konup uygun tedavileri alması önemlidir. Önlenebilir kayıplara engel olabilmek için rahatsızlık fark edildiÄŸinde tüm tedavi imkanları kullanılarak etkin bir tedavi hızlı ve dikkatli bir biçimde baÅŸlatılmalıdır. Bunun saÄŸlanması için DEHB belirtileri olanların öncelikle bir psikiyatri uzmanına baÅŸvurması ve DEHB yakınmaları olan bireylerin psikiyatri uzmanına yönlendirilmesi gereklidir.

Doç. Dr. Cengiz TUÄžLU  Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri AD ÖÄŸretim Üyesi  

KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI MÜCADELE ve ULUSLARARASI DAYANIŞMA GÜNÜ

TÜRKÄ°YE PSÄ°KÄ°YATRÄ° DERNEĞİ

25.KASIM.2013

Basın Açıklaması

ARTIK YETER!

Dünyada ruhsal hastalıklar özellikle de depresyon görülme sıklığı giderek artmaktadır. Depresyon, kadınlarda erkeklerden çok daha fazla görülmektedir ve psikiyatri hizmeti almak için baÅŸvuranların da çoÄŸu kadındır. Dünya SaÄŸlık Örgütü kadınlarda ruhsal hastalıkların daha çok görülmesinin nedeninin biyolojik farklılıklarla açıklanamayacağını söylemektedir. Kadınlarda ruhsal hastalıkların daha sık görülmesinin en temel nedenleri; cinsiyete dayalı ÅŸiddet ve yoksulluktur. Günümüzde en ilkel toplumlardan en geliÅŸmiÅŸ toplumlara kadar bütün kadınlar geleneksel kavramların da etkisiyle fiziksel, cinsel, ekonomik, psikolojik ÅŸiddete maruz kalmaktadır. Kadınların ne yapması, nasıl davranması, ne kadar eÄŸitim alacağı, parasını nasıl harcayacağı, kaç çocuk doÄŸuracağı, nasıl giyineceÄŸi hatta kimle evleneceÄŸi gibi temel seçimleri kural koyucu, yasa koyucu erkekler tarafından belirlenmektedir.

            Kadınlar en sık eÅŸleri, cinsel partnerleri tarafından fiziksel ve cinsel ÅŸiddete maruz bırakılmaktadırlar. Kadına yönelik ÅŸiddet sonucunda kadınların bedensel, ruhsal, cinsel ve üreme saÄŸlıkları bozulmakta, gebelik ve lohusalık döneminde saÄŸlık problemleri ile karşılaşılmaktadır. Yoksulluk, eÅŸitsizlik ve sosyal adaletsizlik dünyada kadınları erkeklerden daha çok etkilemektedir.  Yoksulluk ve eÅŸitsizlik, depresyon, ÅŸizofreni ve iki uçlu bozukluk gibi bir çok ruhsal hastalığın kadınlarda   daha sık görülmesine yol açmaktadır. Panik bozukluÄŸu, travma sonrası stres bozukluÄŸu ve korku baÅŸta olmak üzere kaygı bozuklukları ve depresyon gibi toplumda sık görülen bazı ruhsal hastalıklar kadınlarda erkeklerden daha sık görülmektedir. Kadınlar erkeklerden üç kat daha fazla özkıyım giriÅŸiminde bulunmaktadır. Kadınlarda depresyon erkeklerden iki kat daha sıktır.

             Çalışmalar; yoksul kadınların, az okumuÅŸ kadınların, erken yaÅŸta evlenen kadınların, çalışmayan ve ekonomik nedenler baÅŸta olmak üzere kendi yaÅŸamını belirleme hakkı olmayan kadınların daha çok ÅŸiddete maruz bırakıldığını göstermektedir. Ülkemizde kadın yoksulluÄŸu, kadınların eÄŸitime ulaÅŸamaması, kadın milletvekillerinin, kadın belediye baÅŸkanlarının ve kadın yöneticilerin sayısının çok düÅŸük olması toplumsal cinsiyet eÅŸitsizliÄŸinin temel göstergeleridir. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013 için yayınladığı Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda ülkemiz 134 ülke arasında 120. sırada yer almaktadır. Bu rapor hazırlanırken ekonomik katılım, eÄŸitime eriÅŸim, saÄŸlık ve politik yetki alanlarında ülkelerdeki kadın erkek eÅŸitliÄŸi deÄŸerlendirilmektedir. Ayrıca kendi coÄŸrafyasında cinsiyet eÅŸitsizliÄŸi açısından en kötü ülkedir ve kendi gelir grubundaki ülkeler arasında da cinsiyet eÅŸitsizliÄŸi açısından sondan 2. sıradadır.

 Uzun yıllardır toplumsal cinsiyet eÅŸitsizliÄŸini gidermeye yönelik politikalar uygulayan ülkelerde, kadınların ruh saÄŸlığında belirgin iyileÅŸmeler gözlenmekte, depresyon baÅŸta olmak üzere ruhsal hastalıkların görülme oranı erkeklerle benzer düzeylere gerilemektedir.

 Ülkemizde her gün yollarda, sokaklarda, evlerde bir çok kadın ÅŸiddete maruz kalmakta, bir çok kadın öldürülmektedir. Kadına yönelik ÅŸiddetin azalması, kadına yönelik ÅŸiddet uygulayanların cezalandırılması ya da kadınların polisiye tedbirlerle ÅŸiddete maruz kalmalarını azaltmaya çalışmakla saÄŸlanamaz. Kadına yönelik ÅŸiddetin azalmasının tek yolu; kadın erkek eÅŸitliÄŸinin toplumda her alanda saÄŸlanmasıdır. Bir çok ülkede bulunan Kadın Bakanlığı ülkemizde Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ismi altında hizmet vermesi manidardır. Kadınların yeri ‘aile’ olarak görülmektedir ve kadınlarla erkekler arasında gerçek bir eÅŸitliÄŸi inÅŸa etmek için yapılanlar çok yetersizdir. Biz ruh saÄŸlığı uzmanları olarak ülkemizde toplumsal cinsiyet eÅŸitliÄŸini geliÅŸtirmeye yönelik politikaların hızla yaÅŸama geçirilmesini talep ediyoruz ve kadına yönelik ÅŸiddeti arttıran tüm söylemleri kınıyoruz, ARTIK YETER diyoruz.

 Artık yeter diyoruz! Türkiye hala bir çocuk gelinler ülkesidir. Çocuk gelinler ülkesinde yapılan 2013 Eylül’ünde çıkarılan bir yönetmelik, lise döneminde evlenen kız çocuklarının açık lise ve e-okul üzerinden öÄŸrenimlerine devam etmesine dair bir düzenleme içermektedir. Bir yıl önce yürürlüÄŸe giren 4+4+4 modeli kız çocuklarının örgün eÄŸitime devam edip edemeyeceklerine iliÅŸkin kaygı yaratırken, bu düzenleme ile kız çocuklarının küçük yaÅŸta evlenmelerinin önü açılmıştır. Kadınların %28’i, 18 yaşın altında evlenmektedir. Bu düzenlemeler çocuk evliliklerinin önüne geçmeyeceÄŸi gibi, çocuk evliliklerini teÅŸvik edeceÄŸinden endiÅŸe duymaktayız. Erken evlilikler, ergen anneleri ortaya çıkarmaktadır. Türkiye Ä°statistik Kurumu’nun verileri, 2011 yılında ülkemizde doÄŸum yapan kadınların 355’inin 15 yaşın altında, 93 873’ünün 15-19 yaÅŸ grubunda olduÄŸunu göstermektedir. Ergen gebelerde depresyon ve özkıyım riski yüksek olduÄŸu gibi ergen annelerin bebeklerinde ölüm oranları da yüksektir. Uluslararası kuruluÅŸlar çocuk yaÅŸta evlilikleri engellemek için ülkelere çaÄŸrıda bulunurken Türkiye’de eÄŸitim, saÄŸlık, ekonomi alanında yapılan düzenlemeler ergen evliliklerinin önünü açmaktadır. Erken evlilikler kadının tüm yaÅŸamını eÄŸitimsel ve ekonomik açıdan daha düÅŸük statüde geçirmesine yol açmaktadır. DüÅŸük eÄŸitim düzeyine sahip bir çok kadın ya yaÅŸamı boyunca güvencesiz iÅŸlerde çalışmakta, ya da karşılıksız ev iÅŸlerinin emekçisi olmakta ve yaÅŸam boyu yoksulluÄŸa mahkum olmaktadır. Sonuç olarak, çocuk gelinler yaÅŸamları boyunca çok daha yüksek oranda ÅŸiddete maruz kalmaktadır. Çocuk evliliklerinin önüne geçmek için etkin sosyal politikalar geliÅŸtirmeli ve bu durumu destekleyen tüm düzenlemeler hızlıca geri çekilmelidir.

 Artık yeter diyoruz! Kadınların bedenlerinin ve cinselliklerinin iktidar tarafından denetlenmesi cinsiyete dayalı ÅŸiddettir. Türkiye’de TUÄ°K verilerine 2012 yılında genç iÅŸsizlik oranı %17.5’tur. Gençlerinin % 17.5’unun iÅŸsiz olduÄŸu bu ülkenin doÄŸurganlığı arttırmaya yönelik politikalar izleyerek nüfusu arttırmaya çalışmasının tek nedeni neoliberal piyasaya ucuz iÅŸ gücü oluÅŸturmak istenilmesidir. Siyasi otoritenin, kadınlardan en az 3 çocuk doÄŸurmalarının beklendiÄŸi tartışmasıyla baÅŸlayıp son dönemde vatana 3 çocuÄŸun hibe edilmesine varan talepleri bir kuluçka makinesi gibi görülen kadınların eve kapanıp geleneksel rolleri dışına çıkamamalarını, bedenlerinin ve cinselliklerinin kontrol edilmesini amaçlamaktadır. DoÄŸurganlığı arttırmaya yönelik politikalarla kadınların bedeni iktidar tarafından denetlenmektedir. Çok çocuk doÄŸuran kadınların erken emeklilik hakkı kazanması, kürtaja dair yasal düzenlemeler ve fiili olarak kürtaja eriÅŸimin büyük oranda azaltılması kadınların yaÅŸamlarını nasıl sürdüreceÄŸine dair bireysel seçim-karar vermeyi engelleyen düzenlemelerdir. Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’nin tavsiye kararlarında taraf devletlerin, doÄŸurganlık ve üreme ile ilgili zorlamaları önleyici önlemler alınmasını saÄŸlaması ve kadınların doÄŸum kontrolü hizmetlerinin yetersizliÄŸi nedeniyle yasadışı kürtaj gibi güvenli olmayan tıbbi yöntemlere baÅŸvurmak zorunda kalmasını önlemesi gerektiÄŸi vurgulanmaktadır. Ancak bu önerilerin tam tersine, sözleÅŸmeye taraf olan ülkemizde plansız gebeliklerin sonlandırılması bir katliam gibi yorumlanmakta, tecavüze uÄŸrayan kadınların bile , kötü anılarının ürünü, tecavüz bebeklerini doÄŸurmaları beklenmekte, devlet kurumlarında kürtaj yaptırmak giderek zorlaÅŸmaktadır. Bu baskı ve kısıtlamalar kadınlar üzerinde ciddi ruhsal yük oluÅŸturmaktadır.Ä°ÅŸsizlik, yoksulluk, istenmeyen/plansız gebelik, aile içinde ÅŸiddetin olması, ergenlik döneminde gebe kalma, yetersiz sosyal destek, annelik rolüne iliÅŸkin kültürel beklentiler lohusalık depresyonuyla iliÅŸkili olduÄŸu gösterilmiÅŸ sosyal etkenlerdir. Bu nedenle, istemediÄŸi halde gebe kalan, yasal düzenlemeler ya da sosyal baskılar nedeniyle gebeliÄŸini sonlandıramayan kadınlarda ruhsal hastalık ortaya çıkma riski çok yüksektir. Annenin ruhsal hastalığının çocuklarda çeÅŸitli zihinsel, ruhsal ve davranışsal sorunlara neden olduÄŸu pek çok bilimsel çalışmada gösterilmiÅŸtir. Kadınlara dayatılmaya çalışılan ve anneliÄŸi merkeze alan tek tip yaÅŸam tarzı kaçınılmaz olarak gelecek kuÅŸakların ruh saÄŸlığını da olumsuz etkileyecektir.

Artık yeter diyoruz. Kadınların statüsünü güçlendirmenin en temel yolu kadınların güvenceli ÅŸekilde çalışmalarının ve kendi yaÅŸamalarını bağımsız ÅŸekilde sürdürecek geliri elde etmelerinin önünün açılmasıdır. OECD ülkelerinde kadınların iÅŸ gücüne katılımı %61.8 iken, ülkemizde bu oran %28.8’dir ve yıllar içinde giderek azalmaktadır. Türkiye’de her 10 çalışandan 7’si erkek, 3’ü kadındır. Kadınlar ömürleri boyunca niteliksiz, güvencesiz iÅŸlerde düÅŸük ücretle çalışmakta ya da ücretsiz aile iÅŸlerinde, ev iÅŸleri, hasta ve çocuk bakımı gibi iÅŸleri herhangi bir karşılık almadan yapmaktadır. Türkiye’de yoksulların çoÄŸunluÄŸunu kadınlar, en çok da dul, boÅŸanmış, tek ebeveyn olarak çocuklarıyla yaÅŸayan kadınlar oluÅŸturur. Ülkemiz Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda ekonomik katılım göz önüne alındığında 134 ülke arasında 127. Sıradadır. AB üye ülkeleri arasında son sıradadır. Gelir dağılımındaki bozulmadan en çok etkilenen kesim kadınlar ve kız çocuklarıdır. Kadınlara yönelik ayrımcılık ve bu ayrımcılığın hem nedeni hem de sonucu olan yoksulluk, pek çok ruhsal hastalığın kadınlarda daha sık görülmesinin önemli bir nedenidir. Kadınların eÄŸitim almalarının engellenmesi kadının statüsünün yaÅŸam boyunca düÅŸük seyretmesine ve nitelikli iÅŸler yapamamasına yol açmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Türkiye’de Kadının 6 yaÅŸ ve yukarı nüfus içinde kadın okumaz-yazmazlık oranı % 7, erkek okumaz-yazmazlık oranı ise % 1,4’tür. Okuma-yazma bilmeyen her 10 kiÅŸiden 8’ini kadınlar oluÅŸturmaktadır. YetiÅŸkin nüfus içinde (+15) kadın okumaz-yazmazlık oranı ise % 8,3’tür. Kadınların iÅŸsizlik sorunu, güvencesiz iÅŸlerde çalışması da kadına yönelik ekonomik ÅŸiddet olarak tanımlanmalıdır. Ülkemizde bir yandan 2023 yılına kadar kadınların iÅŸgücüne katılımını %38’e çıkarmak hedeflenirken, bir yandan da kadınların çalışma hayatına dair yaptığı düzenlemelerle iÅŸverenlerin kadınları iÅŸe almasını azaltabileceÄŸinden haklı olarak endiÅŸe duymaktayız.

            Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi olarak; Kadına yönelik ÅŸiddetle mücadele için temel meselenin toplumsal cinsiyet eÅŸitsizliÄŸi olduÄŸunun altını çiziyoruz. Giderek artan ÅŸekilde bu eÅŸitsizliÄŸi, ayrımcılığı besleyen politikalar izlenmesini, iktidarın kadınların yaÅŸamını kendi isteÄŸi doÄŸrultusunda düzenlemesine karşı çıkıyoruz ve toplumsal cinsiyet eÅŸitsizliÄŸini gidermeye yönelik etkin politikaların hızla yaÅŸama geçirilmesini talep ediyoruz.

Türkiye Psikiyatri DerneÄŸi adına

Doç. Dr AyÅŸe Devrim BaÅŸterzi

Doç.Dr. Leyla Gülseren

Prof.Dr. Åžahika Yüksel